Yeni Soğuk Savaş- Yol Ayrımındaki Dünya 1

Soğuk Savaş’la birlikte dünya yeni bir yol ayrımına girdi demiştik ve Yeni Soğuk Savaş da dünyayı yeni bir yol ayrımına getirmek üzeredir.

Abone Ol

Akla gelen ilk soru “Neden Yeni Soğuk Savaş?” olacaktır. Bugünkü yeni durumla eskisini karşılaştırmak için önce eskisini bilmek, daha doğrusu hatırlamak zorunluluğu doğuyor.

Yazıya başlarken bir konuya açıklık getirmek istiyorum. “Yeni” kelimesi, eski sistemlere ek olarak kullanılıyor. Ama “yeni” kavramı sorunlu bir yapıya sahip. Daha önce “Yeni Hegelcilik”, “Yeni Marksizm”, Yeni Althussercilik” vb. gibi kullanıldığını biliyoruz. Bu kullanımlarda “yeni” kavramı, daha iyiye gidiş olarak, içinde pozitif bir anlam taşımaktadır. Ben ise “yeni” kavramını, eskinin devamı, şekil değiştirmiş ama özünü koruyan yeni durum olarak ele alıyorum, içinde daha çok negatiflik taşımaktadır.

***

Elbette yazının bir dinamiği ve nedeni var, içinde yaşadığımız günleri anlamak istiyoruz ve yarın bizi neler bekliyor bilmek istiyoruz ve en önemlisi “Bu yeni tarihsel süreçte bizler ne yapabiliriz?” sorusuna cevap arıyoruz. Bu arayış sürecinde tarihe bakmak, tarihin bize sağladığı yol göstericiliğe tutunmak istiyoruz. O yüzden bu yazı dizisindeki amacım, hem dünya siyaseti açısından hem de Türkiye açısından “Soğuk Savaş” günlerine bakmak, yeni oluşan dünya siyasi ekseninde Türkiye’nin yerini ve durumunu saptamak.

***

Dünya yeni bir kırılım aşamasında, bunu bir imkân olarak görmek mümkün, ya da vahşet beklemek de mümkün. Her yeni kırılma dönemi, içinde imkânları da barındırır, vahşeti de.

Kırılım dönemlerinde halk kitleleri kendilerine en çok güven veren yere meylederler. Bu ise faşizmi doğurduğu kadar sosyalizme de imkânlar verir.

Özellikle 2008 yılından itibaren dünya “Yeni Soğuk Savaş” dönemini yaşamakta. Bir parantez açmak gerekiyor. 2008 yılı net bir sav değil, yakın döneme bakmak ve çözümlemek her zaman zor ve hata yapma payı yüksektir. Bu netlikte yazmam, daha kolay anlaşılabilmesi için risk almaktır.

“Savaşı tanımlamak ve başlangıç tarihini bulmak o kadar zor görünmüyor; ya bir ilan ile başlıyor ya da diğer tarafa hücum ediliyor. Fakat Soğuk Savaş için bu tür kolaylıklar söz konusu olmuyor; başlangıcını bulmak zorunlu oluyor.

Bunun için ise amacı net bir biçimde tanımlamak gereklidir; Soğuk Savaş’ın amacı nedir? Buna verebileceğim tek cevap var: Sosyalizmi dondurmak. Soğuk Savaş’ın amacını dondurma olarak görmek, Sovyetler Birliği’ni kuşatma kavramından daha verimlidir; dondurma işleminde, eninde sonunda yok etme düşüncesi de yer alıyor. Kuşatma, sosyalizmin kendi sınırları içinde yaşayabileceği izlenimi verebilir; halbuki Soğuk Savaş sürecinde böyle bir anlam bulunmuyor.”– Yalçın Küçük

Soğuk Savaş ideolojik bir yapıya sahiptir. Soğuk Savaş bir kirlenme ve bilinçli kirletme savaşıdır. Soğuk Savaş’ın temel yapısı uzun süreli bir yıpratma savaşı olmasıdır. Satranç tahtasına benzetebiliriz. Birinci Soğuk Savaş’ın Avrupa’nın güvenliği üzerine kurulması tesadüf değildir. İkincisini ise konuşacağız.

Savaş dönemlerinden daha fazla silahlanma Soğuk Savaş dönemlerinin ruhuna uygundur. Dünya hızla silahlanmaya devam ediyor. Soru, bunun ne zaman sıcak bir çatışmaya dönüşeceği.

Yeni bir kırımlımdan bahsettik. Görünen o ki bu süreç çok önemli sorunları da beraberinde getirecek.

Soğuk Savaş’la birlikte dünya yeni bir yol ayrımına girdi demiştik ve Yeni Soğuk Savaş da dünyayı yeni bir yol ayrımına getirmek üzeredir.

Saflar sıklaşmakta, birleşmeler, düşmanlıklar, yeni ekonomik yapılar kendilerine yeni merkezler seçmektedir. BRICS bunlardan sadece bilinenidir. Bunlara yeni yapılar da eklenecektir. Bir süre sonra birçok devlet kendilerini bir kampta görmek zorunda kalacaktır. “Soğuk Savaş” yıllarının ortaya çıkardığı gibi. Bağlantısızlar Hareketi, üçüncü yolcular vs.

Şimdi bu konuya bir göz atalım.

1945 Şubat’ında, Yalta Konferansı’nda, ilk büyük üçlü, Stalin, Roosevelt ve Churchill bir araya geldiler ve Avrupa’nın paylaşılması konusunda hükümler ve antlaşmalar yaptılar. Aradan 11 yıl geçtikten sonra Adriyatik’in takımadalarından Brijuni’de bu kez başka bir üçlü, Nasır, Nehru ve Tito bir araya geleceklerdi. Bu kez iki kutbun dışında kalan Bağlantısızlar Hareketi’ne yön vereceklerdi. Artık dünya iki kutuplu değil, üç kutuplu olacaktı.

Bu döneme damgasını vuran iki olgu vardır. Birincisi Bağlantısızlar Hareketi ve Üçüncü Dünya, ikincisi ise Soğuk Barış... Ortaya çıkan iki süper gücün uzun bir savaşmama dönemi. Batı’nın Keynesyen ekonomi modeline geçip üretimi artırması, sosyal devlet anlayışını geliştirmelerine paralel sosyal hakların artması sonucunda karşımıza görece bir rahatlama dönemi çıkar. Sovyet tarafı zaten üretime dayalı bir modele geçtiği için, bu durum ekonomik olarak çok ileri gitmesini sağlamıştır. Birçok iktisatçı ve tarihçinin bu döneme “Altın Yıllar” demesinin temelinde bu olgu yatmaktadır.

BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ VE ÜÇÜNCÜ DÜNYA

Bağlantısızlar Hareketi’nin fikir babası 1927’de Brüksel’de gerçekleştirilen “Emperyalizm Karşıtı Cemiyet” toplantısıdır. Ama asıl güç kazanmaya başladığı tarih, 1955 Bandung Konferansı’dır. 1945’te Endonezya ve Vietnam, 1946’da Filipinler, 1948’de Burma, Seylan, Kore ve Malezya, 1949’da Çin, 1947’de Hindistan ve Pakistan, 1951’de Gana ulusal kurtuluş mücadeleleri vermiş ve bu konferansın ana eksenini oluşturmuştur.

Bandung’dan sonra düzenlenen ilk büyük toplantı olan “Afrika-Asya Halkları Dayanışma Konferansı” 1957 yılında Kahire’de yapılmıştır.

Nasır 1952 darbesinden sonraki birkaç yıl boyunca hem Mısırlıların hem de genel olarak Arapların umutlarının taşıyıcısı oldu.

Bağlantısızlar Hareketi’nden sonra birçok Afrika ve Asya ülkesi silahlı gerilla mücadelesine başladı. Bağlantısızlar Hareketi de bunlara destek oldu. Amílcar Cabral Gine-Bissau ve Yeşil Burun Adaları’nda, Angola Halk Kurtuluş Hareketi, Mozambik Kurtuluş Cephesi Portekiz’e karşı ayaklandılar ve başarılı oldular.

Bağlantısızlar Hareketi’ne rengini veren üç şey vardı. Tito ve Castro’nun başını çektiği sosyalist blok, Nasır’ın başını çektiği Arap milliyetçi sosyalizmi, Nehru’nun öncülük ettiği milliyetçilik temelli ulusal kurtuluş hareketleri. Birçok Bağlantısız Hareket, bu üç renk arasında, kimi zaman bir tarafa, kimi zaman diğer tarafa yaklaşarak ilerledi.

Üçüncü dünya ülkelerinde gerçekleşen darbelerin hangisine bakarsak bakalım aynı şeyleri tespit edebiliriz. Emperyalizme karşı milliyetçi unsurlarla donatılmış olan bu hareketler bir süre sonra kurucu unsur olarak aralarına aldığı komünist ve sosyalist öğeleri temizlemeye başlıyorlar. Darbeciler halktan kopukluklarını bertaraf edemedikleri gibi, yeni yapısal planlarını uygulayacak kadro bulamıyorlar, yetiştiremiyorlar.

Yola ulusal devlet ve antiemperyalist bir milliyetçilik şiarıyla çıkan üçüncü dünya, kısa süre sonra bu ilkelerinden vazgeçmiş, sosyalistlere karşı savaş açıp, otantik milliyetçiliğe yönelmiştir.

Endonezya örneği güzel bir örnek. Aynı şekilde başa geçen Sukarno, büyük desteğini PKI’dan almasına rağmen, bir süre sonra kanlı bir şekilde 3 milyona yakın komünistin ölümüne sebep olmuştur. Cezayir başka bir örnektir. Ahmed bin Bella’nın komünistlerle kurduğu ittifak sonrasında, FLN’yi de aynı akıbet bekliyordu.

Bir ek yapalım. İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren Afrika ve Asya ile Orta ve Güney Amerika ülkelerinde iki yüz darbenin geçekleştiği hesaplanmıştır.

SİLAHLI DEVRİMCİ KURTULUŞ ORDULARI

Küba’nın isyancı merkez teorisi ve Fanon’un devrimci şiddet teorisi, Lin Piao’nun “halk savaşı” teorisiyle birlikte bu sabırsızlığa hitap ediyordu. Bu dönemde militanlar ve ulusal kurtuluş örgütleri üçüncü dünya toplantılarına aktılar ve emperyalizme karşı silahlı eylem talep ettiler. Sovyet delegelerine meydan okudular ve silahla kurtarılacak ülkelerde popüler antiemperyalist hislerin sınırlarına dair hiçbir kaygıyı önemsemediler.

ABD’DEN KARŞI HAMLE

ABD rejimi sadece Sovyetleri değil, diğer büyük güç olan Çin’i de çevrelemek için Hindistan’la bir anlaşma yapmaya çalıştı, Nehru buna izin vermeyip, ABD yönetimi bunda başarılı olamayınca Eyüp Han liderliğindeki Pakistan’a yöneldi. Bu politika sonucunda 1955 yılında İran, Irak, Pakistan, Türkiye ve Birleşik Krallık arasında Bağdat Paktı kuruldu. Bu 1980’lerin Yeşil Kuşak projesinin ön anlaşması gibiydi.

ABD’nin üçüncü dünyada gerçekleştirilen darbelerin büyük bir kısmındaki dahline dair kanıtlar muğlak olsa da, CIA’in ve ABD askeri istihbaratının Dominik Cumhuriyeti (1963), Brezilya (1964), Endonezya (1965), Kongo (1965), Yunanistan (1967) ve en ünlüsü Şili’de (1973) gerçekleşen darbelerdeki parmak izleri açık bir biçimde belgelendirilmiştir.

SOVYETLER BİRLİĞİ VE BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ

1960’ta SSCB, üçüncü dünyada ortaya çıkan komünist olmayan ulusalcı devletlere atıfta bulunan ulusal demokratik devlet kavramını ortaya attı. Bu devletler, Arap sosyalizmi, Afrika sosyalizmi, NASAKOM gibi kendi sosyalizm varyantlarına göre yönetiliyorlardı.

Bir örnekle SSCB ve bu tür üçüncü dünya ülkeleri arasındaki ilişkiye bakmak gerekiyor.

Bu üçüncü dünya ile SSCB arasındaki pamuk ipliğine bağlı, her an değişebilir yapı dönemin bir panoraması gibidir.

Bu yazının konusu ve yetki alanı, SSCB’nin üçüncü dünyaya bakışı, sorunları, yanlışları ve doğrularını tartışmak değildir. Sadece küçük bir fotoğraf çekmektir. Çünkü gerçekten bu alanlar üzerinde henüz ciddi tartışmalar yapılmamıştır.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA MİLLİYETÇİLİĞİ

Ulusal kurtuluş mücadelesinde gözlemlenen milliyetçilik, daha çok ulusalcılık ve antiemperyalist bir renk taşımaktadır. Böyle olunca da, ulusalcı (yaşadığı toprağı savunan ve gelişmesini isteyen) unsurlar arasında, liberaller, milliyetçiler, komünistler ortak bir noktada buluşabiliyordu. Ama daha sonrasında üçüncü dünya ülkelerinde liderliği elinde tutanlar, önce içlerinden komünistleri atmışlar, sonra liberalleri, en sonunda da ellerinde saf milliyetçilik kalınca ve bununla ilgili köklü bir geçmişleri de olmadığından, etnik milliyetçiliğe, kültürel milliyetçiliğe, yerelliğe ve özellikle toplumsal geçmişlerinde olan dini ananelere bel bağlamışlardır. Esasen 1990 sonrası Sovyetlerin çöküşüyle birlikte, tamamen ABD eksenli yeni emperyalizm döneminde, bu etnik, kültürel, dini milliyetçilik kabile, aşiret, sınır çatışmalarına sebep olmuştur ve bu tür savaşlar hâlâ devam etmektedir. Hatırlarsanız ülkemizdeki milliyetçilik serüveni de aynen bu şekilde olmuştur. Daha Türkçülük esasına dayanan milliyetçilik, dini bir milliyetçiliğe evrilmiştir.

Küreselleşme ve kültürel milliyetçilik birbirine karşıt ya da uzlaşması mümkün olmayan bir çift değildir; birlikte var olup birbirlerini beslerler. Aslına bakılırsa kültürel milliyetçilik IMF eksenli küreselleşmenin Truva atıdır.

***

Bu uzun parantezden sonra tekrar ana başlığımıza dönebiliriz. Üçüncü dünya ülke siyaseti, Bağlantısızlar Hareketi, üçüncü yolculuk, Arap sosyalizmine genel olarak baktığımızda, Soğuk Savaş’ın ürünleri olarak kategorize edebiliriz.

Elbette Soğuk Savaş’ın yarattıkları ve etkileri bununla sınırlı değil ve biz yazının ilerleyen bölümlerinde bunlara tekrar değineceğiz.

Yazı dizisinin gelecek bölümlerinde, Soğuk Savaş kavramı, etkileri, başlangıç ve bitiş tarihleri üzerine duracağız. Daha sonra da “Yeni Soğuk Savaş”ın başlangıcı ve nasıl biteceği üzerinde uzun uzun duracağız.