Bu yazı dizisinin amacını geçmiş yazılarımda söylemiştim ama tekrar etmekte fayda var.
Öncesinde şu ara notu eklemek gerekiyor: Tekrar, en iyi öğrenme yollarından bir tanesidir. Tekrar etmek öğrenmenin yapıtaşıdır, ama tartışmak ve de üzerine düşünmek, yani kafamızın içinde tartışmak, öğrenilen bilgi üzerine yorum yapmamızı, tahlil etmemizi sağlar. Peki bunlar neden önemli? Analitik düşünmemiz ve tarihe analitik olarak bakmamızı sağlar.
O yüzden tekrar etmekte sakınca görmüyorum. İçinde yaşadığımız dönem yeni bir soğuk savaş dönemidir, birinci Soğuk Savaş dönemine bakarak, kendimize Yeni Soğuk Savaş’ta yön bulmaya çalışıyoruz.
Okuyucularımdan bir başka dileğim ise, tartışmaya açık yorumları ve kafalarına takılan yerleri veya itirazlarını bana iletmeleri. Ancak bu şekilde yol alabileceğimize inanıyorum.
***
MACRON NEDEN TÜRKİYE ÇAĞRISI YAPIYOR?
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bu aralar Türkiye ile pek alakadar oluyor. Örneğin, Türkiye’nin gelecekteki Ukrayna görüşmelerine katılmasını özellikle istiyor.
İşte tam da bizi ilgilendiren nokta burası, Anadolu öz düşüncesine göre söyleyecek olursak: “Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü?” Yine Macron’un açıklamasının diğer yönünü kendi ağzından öğrenmiş oluyoruz, Türkiye’nin de dahil olduğu dört ülkenin Ukrayna’da sahaya inmesi, yani savaşa katılması. Türkiye dışındaki diğer ülkeler ise Fransa, İngiltere ve Almanya. Peki bu teklif diğer Avrupa Birliği ülkeleri yerine neden Türkiye’ye yapılıyor? Elbette kolay cevap olarak şu söylenebilir: Türkiye’nin askeri gücü.
Askeri güç kavramı açıklanmayı hak ediyor. Askeri gücü sadece elinde bulundurduğu silah ve insan gücüyle açıklamak yetmiyor. Bu gücün yapısal olarak ve deneyimsel olarak sahada denenmiş olması da gerekiyor.
Türkiye bugün sadece silah satın almıyor, aynı zamanda silah ve askeri teknoloji de ihraç ediyor. Türk ordusunun dış müdahale ve operasyon kabiliyeti, dünyanın önde gelen birçok ülkesine göre daha gelişkin durumda. Örneğin, sınır ötesi askeri müdahaleler; Bosna, Arnavutluk, Kosova ve Afganistan’a askeri birlik gönderilmesi; Afrika gibi bazı bölge ülkeleri ordularının eğitilmesi ve donatılması Türkiye bakımından artık dış politikanın bir parçasıdır. Bu durum Hazar petrollerinin paylaşılması ve Orta Asya petrollerinin dünya pazarlarına taşınması konusunda sürdürülen küresel rekabetle birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin konumu daha iyi anlaşılıyor.
Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelme sürecini, yeni uluslararası ilişkilerden, küresel ve bölgesel gelişmelerden bağımsız bir şekilde düşünmek mümkün değildir. Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında Balkanlarda, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da yeni yönelimine uygun müdahaleci ve hegemonyacı bir dış siyaset izlemektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, sahip olduğu potansiyeller Türkiye’nin böyle bir siyaset izlemesinin maddi zeminini oluşturmaktadır. Avrasya’da süren küresel hegemonya mücadelesinde etkinliği giderek artan bir ülke haline gelen Türkiye, dünyanın “kırmızı bölge”sinde yeni roller üstlenmeye çalışmaktadır.
Bu ara notu kayda geçtikten sonra Fransa ve Macron’un ne yapmak istediğine tekrar dönebiliriz.
Teklifin amacı kendi içinde hem cevapları barındırıyor hem de yeni sorunlu alanları. Örneğin ilk elde tespit edeceğimiz şey, Avrupa’nın ABD’den farklı bir siyaset gütme çabasına işaret ediyor olabilir. Görünen o ki, ABD, Rusya-Ukrayna Savaşı ile ilgili alacaklarını aldı veya başka bir stratejiye geçti, sorunu Avrupa’nın kucağına, hatta sırtına bırakarak gidiyor. Bu savaşla birlikte, Avrupa’nın ekonomik olarak epeyce güç kaybettiğini söyleyebiliriz. Zayıflayan Avrupa her zaman için ABD politikasının ana hedefi olmuştur, kendine bağımlı kılmak adına.
SOĞUK SAVAŞ VE YENİ SOĞUK SAVAŞ
Gelinen nokta budur ama Yeni Soğuk Savaş stratejisinde bunlar önemli hamlelerdir. Hemen örneğimizi verebiliriz. Amacımız Soğuk Savaş dönemi ile Yeni Soğuk Savaş dönemi arasında benzerlikleri bulmak, saptamak ve analiz etmek, Türkiye’nin her iki dönemde de yaptıklarını, stratejilerini incelemek ve buna göre de kendi siyaset stratejimizi oluşturmak.
Birinci Soğuk Savaş döneminde, yani İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD ile SSCB arasında müthiş bir dostluk dönemi başlıyor. Roosevelt’e komünist başkan denmesinin sebebi de budur. Amerika’da o günlerde müthiş bir Stalin güzellemesi var ama tam Amerikan üslubunca Harvard Üniversitesi’nden Ralph Barton Perry, “Şu anda Rusya komünistten başka her şeydir ve orada kimse komünist olduğunu iddia etmiyor” diyor. Bu dostluk meyvesi Yalta Konferansı’nda resmiyet kazanıyor. Roosevelt’in tam bu sırada erken ölümü ve yerine cahil Truman’ın geçişi işleri başka bir boyuta taşıyor. Savaşı kaybetmiş olan Japonya’ya atom bombası atılması belki de başlangıç oluyor.
***
Türkiye politikasına gelecek olursak, mutlaka şu ara notu eklemek zorunluluk oluyor, hiçbir yönetim saf ve tek düşüncenin ve tek bir kliğin etkisi altında değildir. İçinde moda tabirle güvercinler vardır, şahinler vardır, Türkiye özelinde, Almancılar vardır, İngilizciler vardır, Amerikancılar vardır vs.
1938 Türkiye’si de bu şekilde. İçeride Almancı kanat var, İngilizci kanat var, Amerikancı kanat var, İsmet Paşa ekolü var vs. Uzatmaya gerek yok makale sınırları içerisinde ancak bu kısa hatırlatmaları yapmak zorunlu oluyor. Bu kanatlar arasında çatışma var. Bir kısım savaşa girmek isterken, bir kısım Almanya’ya ihracat yapıyor, bir kısım İngilizlerin safında savaş istiyor. İsmet Paşa bekliyor.
“Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı boyunca, Almanya ile İngiltere arasında sürekli yalpalamış olduğu gerçeği ve İkinci Dünya Savaşı sonunda Soğuk Savaş’ı çıkarmak için anti-Sovyet kazanını kaynatmaya çabalaması...” – Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, 2. Kitap
Buraya önemli ek şu oluyor: Soğuk Savaş’ı çıkarmak için Sovyetlerin Türkiye’den toprak istediği yalanını çıkarmak zorunlu oluyor. Soğuk Savaş’ın bir anti-Sovyet savaşı olduğunu kabul edersek, toprak isteme yalanı Soğuk Savaş için bulunmaz bir yalan oluyor.
Ve nihayetinde oyalama stratejisi sonucunda Türkiye savaşa girmiyor belki ama yalnızlaşıyor. Kırılım dönemlerinde saflar belirginleşir ve bunun sonucunda yeni siyasal dönemde tarafınız belli olmazsa, ne İsa’ya yaranırsınız ne de Musa’ya.
Kendisini çok yalnız hisseden Türkiye, Soğuk Savaş’ı en çok isteyen ülke oluyor.
Bu noktada Soğuk Savaş’ı Churchill ve Türkiye başlatıyor diyebiliriz.
“Kuşku yok, Türkiye Soğuk Savaş’ı çıkarmadı. Türkiye’nin bir dünya savaşı çıkarmaya gücü yetmez. Üstelik kabul etmek gerek. Soğuk Savaş’ı çıkarmak, sıcak savaşı çıkarmaktan da zor olmalı. Türkiye bu zor işte aktif bir rol oynadı. Tam ikinci savaş bitmeden kolları sıvadı.” – Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, 2. Kitap
Roosevelt’in oğlu Elliot anılarında babasının aktardıklarını anlatıyor, aynen şöyle:
“Başbakan (Churchill) savaş sonrasıyla ve İngiltere’nin ne olacağı sorunları ile fazla kafasını yoruyor. Rusların fazla güçlenmesinden çok ürküyor.”
Bunların ayrıntıları var ve elimizde müthiş bir inceleme mevcut: Yalçın Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler çalışması. Döneme ait tüm anılar, belgeler, gizli belgeler ve anlaşmalar ışığında konu detaylıca inceleniyor. Konuyu merak edenler için müthiş bir kaynak. Biz yazı sınırları içerisinde değinip geçiyoruz çünkü amacımız Birinci Soğuk Savaş ve İkinci Soğuk Savaş arasındaki benzerlikler ve Türkiye’nin şu anki stratejisi.
MACRON TÜRKİYE’Yİ ÇÖZÜMSÜZLÜĞE DAHİL ETMEK İSTİYOR
Velhasıl, savaşın uzamasını isteyen Macron (Avrupa Birliği) ve buna ihtiyacı olan Türkiye bu döneme damgasını vurabilir. Macron çözümsüzlüğe Türkiye’yi de dahil etmek istiyor ve daha da önemlisi Türk hükümetinin buna çok ihtiyacı var.
Türkiye, savaşın başından itibaren Avrupa’dan farklı bir hat izledi. Bir yandan Ukrayna’ya silah desteği sağladı, öte yandan müzakerelere İstanbul’da ev sahipliği yaptı.
Üstelik Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin bir parçası olmadığına sürekli vurgu yapılırken bunlar oluyor. Türkiye bu denklemde yalnız kalıyor, aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Aynen 1945 yılında yaşadıkları gibi, oralara geleceğiz, açacağız.
NATO’nun Yeni Soğuk Savaş’ın belirleyeni olduğu üzerinde sıkça durduk. Bu yeni stratejide Türkiye’nin NATO üyeliğini öne çıkarmak istiyorlar, Türkiye de bu konuda öne çıkmak istiyor.
Suriye politikasının içinde bulunduğu kaos ve Türkiye’nin denklemden çıkarılacak olması, on yıllık stratejinin de iflası olarak görülmek zorunda. Kafkaslarda meydana gelen en son Ermenistan-Azerbaycan anlaşması ve yine Türkiye’nin denklem dışına itilmesi, on yıllık stratejinin iflasını göstermektedir. Finlandiya’nın NATO’ya kabulünde gördüğümüz gibi, onay veren Türkiye, buna karşılık olarak Finlandiya’nın terör örgütüne desteğini bitirmesini şart koşmuştu ama ne gariptir ki kısa süre sonra, terör örgütü diye tanımladıkları ile aynı masaya oturmaya başladı.
ÇELİŞKİ VE TÜRKİYE’NİN YALNIZLAŞMASI
Çelişki ve Türkiye’nin yalnızlaşması burada başlıyor. Artık Türkiye hangi masada yer bulursa oraya oturmak istiyor, abileri ne derse koşulsuz kabul etmeye başlıyor. On yıllık dış siyaset bir anda iflas ediyor, hem Rusya’ya yaklaşayım, hem Amerika’ya, hem de Avrupa’dan uzak kalmayayım siyaseti, örneğin göç konusunda Türkiye’nin Avrupa’ya yaptığı büyük kıyak, orta yolcu dış siyaset, hatlar netleşmeye başladığında birdenbire iflas ediyor ve tarafını seçmesi gerekiyor.
Almanya genişlemesini sürdürüyor, Rusya-Ukrayna Savaşı dolayısıyla büyük bir ekonomik daralma yaşasa da, bunu fırsat bilip silahlanmaya daha fazla önem verebiliyor, ayrıca, Polonya’yı içten içe, hem ekonomik hem de fiziksel olarak işgal ediyor.
Bu haftaki haberlere bakmaya devam edelim:
“ABD garantörlüğünde İsrail-Suriye güvenlik anlaşması geliyor. Ahmet eş-Şara’nın BM konuşması 25 Eylül’de imzalanacak.”
“Hakan Fidan’dan Suriye’deki gruplara: Bölmeye doğru giderseniz, müdahale ederiz. Çevresinde istikrarlı bir ülke görmek isteyen İsrail, Suriye’yi bölmek istiyor.”
Peki biz bu haberlerden ne anlıyoruz? Elbette şunu: Türkiye de savaşın içinde olmak istiyor ama gittikçe yalnızlaşıyor. Yalnızlaşmamak için savaş istiyor, en çok Türkiye istiyor.
ABD danışmanı Navarro’nun açıklamaları Hindistan-Rusya petrol anlaşmaları üzerine. Navarro’ya göre 2022’ye kadar Hindistan Rusya’dan neredeyse hiç petrol almıyordu; bugünse Rusya’nın petrol ihracının %35’i Hindistan’a yapılıyor. Kısaca şunu anlıyoruz: ABD’nin yıllarca yakını olmuş olan Mondi hükümeti Yeni Soğuk Savaş’ta yeni yerini arıyor.
Çin, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yılını anmak için önümüzdeki ay devasa bir askeri geçit töreni düzenleyecek. Çin en son 2015 yılında bu büyüklükte bir askeri geçit töreni düzenlemişti. Rusya Devlet Başkanı Putin’in de Pekin’deki geçit törenine katılması bekleniyor.
Bunlar bu haftaki sadece birkaç örnek haber. Dünya yeniden şekilleniyor ve biz bunun adına Yeni Soğuk Savaş diyoruz.
Peki 23 yıllık AKP iktidarından bahsettik, yapılan hatalardan, stratejik kayıplardan bahsettik de, iktidara yürüyen CHP’nin bu yeni dönemle ilgili siyaseti ve stratejisi ne olacak bilmiyoruz. CHP yönetimine soruyoruz ve bizi aydınlatmasını bekliyoruz.