Son yıllarda son derece seçkici veya elitist, indirgemeci bir bakışla belirlenen “yerli ve mili” olan her şeye resmi olarak özel önem atfediliyor, göklere çıkarılıyor. Buna karşın evrensel olan, insanlığı ilgilendiren yerlere batırılıyor. Negatif yüzeysel (fenomenolojik) bir okumayla tikel olan mutlaklaştırılıyor. Böylece “yerel olan her şeydir, evrensel olan hiçbir şeydir” denmiş oluyor.
Buna karşın evrensel olan, bilgiyi ilgilendiren (epistemolojik) bağlamlarda tikel olandan dışlanıyor, yok sayılıyor, görmezden geliniyor. Bunun günlük bilince ve hayata yansıması, “ben her şeyim, diğeri hiçbir şeydir” şeklinde oluyor.
Kuruluş yıllarda Cumhuriyeti aynı zamanda insanlığın bir cumhuriyeti, ulusu insanlıkla buluşturmayı amaçlayan bir proje olarak kavrama çabası ile kıyaslandığında; bugünkü yaklaşımın sefilliği iyice görülür oluyor.
MUHALEFETİ CAZİP KILAN NEDİR?
Bu, tikeli mutlaklaştırma, diğerini hiçleştirme yönelimi dünya çapında gözlemlenen bir eğilimdir. Öyle anlaşılıyor ki, hâkim kesimlerin dünya çapında içine girdiği resmi bir yönelimdir bu. Ne yazık ki muhalefet çevrelerinde de bu yaklaşıma prim verildiği görülmektedir. Muhalefet de sıklıkla bu bakışın ötesinde düşünemiyor. Oysa muhalefeti cazip kılan, onun yerle olanı evrensel olanla, ulusu insanlık bağlamında düşünebiliyor oluşturabilmesidir.
Fakat insanlık dünyayı düşünmeye, dünyadaki şeyleri sembolleştirmeye, giderek sınıflandırıp kavramlaştırmaya, sonra kavramın bizzat kendisini düşünmeye, gerçek anlamda felsefe yapmaya başladığından beri hep tikel olan ile evrensel olanı beraber ve bütün olarak düşünmeye çalışmıştır. Bu, gerçeği kavramanın tek mümkün biçimi olan bütünü kavrama çabasından kaynaklanır.
HEGEL Mİ YOKSA ADORNO MU?
Alman filozofu Hegel, “gerçek olan, bütün olandır” demekle insanlığın el yordamıyla binlerce yıldan beri aradığına mümkün en kısa formülü vermiştir. Bütünü göremeyen bir bakışın gerçek olması mümkün değildir. Gerçeği oluşturan bilginin parçasını baştan dışarıda bırakmak, eksikliği ve dolayısıyla temel olarak yanlışı baştan kabul etmektir.
Bu, Adorno’nun zamanında Amerikan “totalitarizm” ideolojisinin etkisinde kalarak, “gerçek bütün olmayandır” demiş olmasına rağmen, gerçeğin bütün olmaktan başka bir şey olması mümkün değildir. Bütünü baştan reddeden gerçek arayışı, mümkün olmayan bir çabadır, yanlışı ve saçmayı baştan kabul etmektir.
YUNUS EMRE VE MODERN FİLOZOFLAR
İnsanlık hep tikel olan ile evrensel olanı bütünleştirmeye çalışmıştır. Bunu bazen evrensel olandan hareketle bazen de tikel olandan hareketle yapmaya çalışmıştır. Çok tanrılı inançlar tikel olanda evrenseli, tek tanrılı dinler evrensel olanda tikeli kavrama çabasının bir ürünüdür. Bugün pozitifleşmiş, yani kurumlaşmış dinlerin herhangi bir gerçek veya kavram kaygısı kalmamıştır.
Modern felsefenin kurucuları ‘rasyonalist’ René Descartes ve ‘empirist’ Thomas Hobbes, faklı biçimlerde de olsa tikel olanda evrensel olanı kavramlaştırmaya çalışır. Descartes’ın doğuştan gelen ide teorisi tikelde hâlihazırda kuruluşunda evrensel olanın olduğunu göstermeyi amaçlar aslında.
Anadolu’nun ortaçağından olan Yunus Emre’nin tüm inançlarda bir ve aynı anlamı, insanın tüm insanlıkta insan olabileceğini gösterme arzusu, onu modern filozoflarla buluşturur. Türkçe düşünmenin temelinde bu vardır.
SPINOZA, DOĞA VE EVRENSEL OLAN
Hobbes’un ve John Locke’un empirizmi ve atomculuğu evrenseli reddetme üzerine kurulu değildir, tersine, evrensel olanın da maddi olduğunu göstermeyi amaçlar. Rasyonalizm ile empirizm arasındaki temel yöntemsel farklardan birisi, belki de en önemlisi budur, evrensel olanı sadece düşünsel olarak değil, aynı zamanda maddi olarak almış olmasıdır.
Baruch Spinoza, yeniçağ felsefesinin ortaçağ felsefesine karşı giriştiği zorunlu yıkımda önemli değerlerin de bir tarafa itildiğinden hareket ettiği için, tek taraflı yıkmak yerine kapsayıp aşma diyalektik çabasının ürünü olarak evrensel olanın (tanrı/doğa) kavramına geri döner.
Leibniz’in çok çevrilen, çok az okunan ve öğretilen, ne yazık ki nadiren Monadolojisi, onun geç dönem metafiziğini temsil eder ve bir bakıma Spinoza’nın açtığı yolda daha dinamik olarak evrenselin tikelde kavranmasının zorunluluğunu varlıkta (ontolojik olarak) temellendirmeye çalışır. Monadlar evrenin aynasıdır, tikel evrenselin temsilidir çünkü.
DORUK NOKTASI OLARAK HEGEL
Bu ilerleyen düşün mücadelesinin doruk noktasını Hegel’in sistemi oluşturur. Hegel önce ontolojik bakımdan tikel olanda evrensel olanı kavramanın bir zorunluluk olduğunu göstermeye çalışır. Varlığın anlamı hareket ve dolayısıyla oluşumdur. Evrensel oluşum, tikeli vücuda getirir.
Sonra Hegel tikel olanda evrensel olanın bir oluşum, var olma ve yok olma olarak kavranmasının ancak nesneler ve öznelerarasılık olarak düşünülebileceğini göstermiştir ve bunu kavramların oluşumuna ve tarihsel ilişkilerine uyarlamıştır.
KARL MARX, İŞÇİ SINIFI VE İNSANLIK MİRASI
Böylece Hegel tikelde evrenselin hem maddi dünyada, hakikatte tüm ilişkilerde hem de düşüncede kavramlar arası ilişkide ve yargıda kavranabileceğini göstermiştir. Karl Marx’ın özgün katkısı tikelin özgürleştirilmesinin ve özgürleşmesinin olanağını göstermiş olmasında yatar. İşçi sınıfının kendisini kurtarırken, aynı zamanda kadını ve insanlığı da kurtarmak zorunda olduğuna işaret ederken, işçi sınıfını insanlık mirasını sahiplenmeye çağırır.
DİNİ İNANÇ VE ‘YERLİ VE MİLLİ’ YAKLAŞIMININ DAYANAKSIZLIĞI
İnsanlık tarihinin düşüncede yöntemsel-bilimsel olarak ulaştığı doruk noktası budur. Bu kısa bakış bile evrenseli yok sayan “yerli ve milli” olanı kuramlaştırma çabasının mitolojik-dini düşüncede dahi tarihsel olarak herhangi bir dayanağının olmadığını gösteriyor.
Bu çaba olsa olsa dar bakışlı politik amaçların teorik temeli varmış gibi gösterilme çabasının bir ürünü olabilir. Bu dar bakış, kendisini emperyalist yayılmacı ideolojinin belirleyici öğesi olarak ele veriyor. Yayılmacılık bilimsel olarak mümkün değildir. Bilimsel politika tikel ile evrenseli aynı zamanda görebilen teoriye dayanır. Teorik bakıştan yoksun önceden belirlenmiş politik amaçları, sanki teorik dayanakları varmış gibi göstermeye kalkmak, boş bir çabadır.
Bilimsel olarak her bakımdan yanlış olan bu yöntemde ısrar edilirse hakikate, hakikatin içerdiği her şeye, yanlışta ısrar edenin kendisine de şiddet uygulamaktan başka bir şey yapılmamış olur. Siyasette ereğin belirlenmesi, taktiklerin düşünülmesi de zorunlu olarak bilimsel olmak zorundadır.