“Alevinin haini olmaz” sözü bir haftadır sıkça dile getiriliyor. Oysa her toplumda olduğu gibi Alevi toplumunun da hainleri vardır. İyisi de vardır, kötüsü de, dostu da vardır, haini de. Son günlerde gazeteci Merdan Yanardağ’ın kullandığı bir ifade üzerinden kopartılan fırtına, bu gerçeği bir kez daha tartışmaya açtı. Yanardağ aslında ülkenin içinden geçtiği siyasi çalkantıya, muhalefetin yok edilmek istenmesine dikkat çekiyordu. Ancak sözleri, AKP’nin sıkı savunucusu Nedim Şener tarafından kesilip çarpıtılarak yayınlandı. Alevi toplum liderleri konuşmanın tamamını dinlemek ya da Yanardağ’ı aramak yerine kıyameti kopardı, Şener’in ateşine benzin taşıdı. Oysa bu hamlenin asıl amacı TELE1’i hedefe koymaktı.
Bugün gelinen noktada RTÜK, TELE1 hakkında araştırma başlattı. Havuz medyası dışında kalan üç televizyon kanalından birinin lisans hakkı tehlikeye girdi. Bu durum, Yanardağ’ın sözünü tam dinlemeyen, bağlamı kavramadan ahkâm kesen Alevi kurumlarının sorumluluğunu gündeme getiriyor.
Tarihsel hafızamıza bakalım: Pir Sultan Abdal ile Hızır Paşa arasında yaşananlar aslında Alevi toplumunda ihanetin en çarpıcı örneğidir. Pir Sultan darağacında yolunu, hakikati ve halkını savunurken; Hızır Paşa zalimin yanında, iktidarın buyruğunda, ihanetin simgesi olarak tarihe geçti. O günden bugüne işbirlikçiler hiç eksik olmadı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e her dönemde ihanet edenler oldu, Dersim’de halkın önüne geçip katliamlara destek verenler oldu. Bugün de Aleviliği İslam içinde eritmeye çalışan, asimilasyonun taşeronluğunu yapanlar var.
“Alevinin haini olmaz” diyerek bu gerçekleri görmezden gelebilir miyiz? Bugün Abdülkadir Selvi gibileri, iktidarın yanında saf tutanlar, Cemevi Başkanlığı’nda iktidar çizgisini meşrulaştıranlar hain değil mi? Halkın sırtından geçinen, uyuşturucu ve çete ilişkileriyle toplumun onurunu zedeleyen Alevi kimliği taşıyanlar yok mu? Onları da görmezden mi geleceğiz?
Alevi kurum Başkanları meydanlarda sık sık “İçimizde Hızır Paşalar var” diyerek bağırıyor. Peki bu Hızır Paşalar kim? Tarihte Pir Sultan’ı darağacına gönderen Hızır Paşa ihanetin sembolüyse, bugün de aynı çizgide duran işbirlikçiler günümüzün hainleri değil mi?
Alevilik hakikati arama yoludur. Hakikati arayan bir yol, kendi içindeki çelişkilerle de yüzleşmek zorundadır. Bu yüzden Yanardağ’ın sözünü büyütüp linç malzemesi haline getirenlerin tavrı, Aleviliği savunmak değil, aslında iktidarın işini kolaylaştırmaktır. Bugün TELE1’in lisans hakkı tartışmaya açılıyorsa, bunda hükümetin baskısı kadar kendi toplumunu dinlemeden tepki veren Alevi kurumlarının da payı vardır.
“Alevinin haini yoktur” demek, romantik bir söylemden öteye gitmez; gerçekleri saklamak, işbirlikçileri korumaktır. Gerçekleri dile getirmekten korkmamak gerekir. Çünkü Aleviliğin özü, hakikati söylemek ve haksızlığa karşı durmaktır.
Bunun nasıl mümkün olabileceğini Cumhuriyetimizin kuruluşunda da büyük etkisi olan Rousseau, siyasetin hem genel iradeyi hem de teker teker herkesin iradesini temsil edebileceği yeni bir toplum düzenine geçilmek zorunda olunduğuna işaret ederek göstermiştir. Bütünü gören ve kapsayan politikanın yalan söylemeye ihtiyacı bulunmamaktadır, çünkü çıkar bakımından çizilen çerçeveden kimse dışlanmamaktadır.
Fakat muhafazakâr politikacının söylediği yalan, ne kadar yalan ve asılsız olursa olsun; kendisinde bir tutam da olsa gerçeği barındırdığı için, söylediği yalan aynı zamanda gerçeğe işaret eder. Yalan söyleyen, yalan söylenenden kendisine inanmasını bekler, çünkü yalanın, inandırıcı gibi gelse dahi, tutarlı bir açıklaması mümkün değildir. Toplum politikada kendisine söylenen yalanın içindeki gerçeği görebilirse, yalan söylemeyi meslek haline getirmiş politikacıya olan inancını da giderek yitirir. Böylece yalancının mumu yatsıya kadar yanar özdeyişi gerçek olur ve gerçeği söyleyen de her tarafta baş tacı edilir.
Not: Bu yazı Welgmedya'dan alınmıştır.