ABD Başkanı Donald Trump’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) yönelik yaptırım kararı, küresel yankı uyandırdı. Almanya’dan yükselen sert tepkiler, Avrupa’nın bu adımı kabul etmeyeceğini gösterirken, 79 ülkenin ortak bildirisi uluslararası hukukun korunması için verilen mücadelenin altını çizdi. Öte yandan Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile gerçekleştirdiği görüşme, bölgesel dengeler açısından yeni bir dönemin kapısını aralıyor.
TRUMP’TAN UCM’YE SERT MÜDAHALE: AMAÇ NE?
Beyaz Saray, UCM’nin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçları nedeniyle tutuklama emri çıkarmasının ardından mahkemeye yaptırım uygulanmasını öngören bir kararnameye imza attı. Bu hamle, Washington’ın uluslararası yargı mekanizmalarına doğrudan müdahale etme niyetini gözler önüne serdi.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, bu kararın kabul edilemez olduğunu açıkça dile getirdi. Ludwigsburg’da yaptığı açıklamada "UCM'ye yaptırım uygulanmasını doğru bulmuyorum." ifadelerini kullanan Scholz, uluslararası hukukun korunmasının önemine dikkat çekti.
Benzer şekilde Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da ABD’nin tutumunu sert şekilde eleştirdi. Yaptığı yazılı açıklamada "Hiç kimse uluslararası hukukun üstünde değildir." diyerek Trump yönetiminin hamlesine karşı net bir duruş sergiledi.
ABD’nin bu hamlesi, uluslararası ceza hukuku düzenine karşı açık bir meydan okuma olarak yorumlanıyor. Washington, müttefiki İsrail’in uluslararası hukuk karşısında hesap vermesini engellemeye çalışırken, bu adımın Avrupa’da ciddi rahatsızlık yarattığı görülüyor.
79 ÜLKEDEN UCM’YE DESTEK: ABD’YE KARŞI BİRLİK MESAJI
Washington’ın baskı politikasına karşılık olarak UCM’ye üye 79 ülke ortak bildiri yayımlayarak mahkemenin bağımsızlığına ve tarafsızlığına destek verdiklerini açıkladı. Sierra Leone, Lüksemburg, Meksika, Slovenya ve Vanuatu öncülüğünde yayımlanan bildiride, "UCM’nin bağımsızlığına, tarafsızlığına ve bütünlüğüne olan desteğimizi yeniden teyit ediyoruz." ifadeleri yer aldı.
Almanya, Fransa, Belçika, Kanada, Hollanda, İspanya, İsveç, Norveç ve İsviçre bildiriyi imzalayan ülkeler arasında yer aldı. Ancak İngiltere, Çekya, Japonya ve Avustralya’nın bu bildiriye imza atmaması dikkat çekti. Bu durum, Batı bloğunda bile UCM konusunda net bir birliktelik olmadığını gösteriyor.
ALMANYA’NIN SURİYE AÇILIMI: YAPTIRIMLAR KALKACAK MI?
ABD’nin uluslararası hukuk mekanizmalarına yönelik müdahaleleri tartışılırken, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesi yeni bir jeopolitik hamle olarak öne çıkıyor.
Hükümet sözcüsü Steffen Hebestreit’in açıklamalarına göre, Scholz, Suriye’nin yeniden inşasını destekleme konusunda Şara’ya güvence verdi. Almanya’nın Suriye’deki siyasi dönüşümü olumlu karşıladığı belirtilirken, Scholz’un “Suriye halkı, Esad’ın korku rejimini sona erdirdi.” sözleri dikkat çekti.
Görüşmede, etnik veya dini ayrım yapılmaksızın kapsayıcı bir yönetim sürecinin gerekliliği konusunda mutabakat sağlandı. Şara, Almanya’nın Suriyeli mültecileri kabul etmesini memnuniyetle karşıladığını ve yaptırımların kaldırılmasının ülkenin toparlanması için kritik olduğunu vurguladı.
Bu görüşme, Almanya’nın Suriye politikasında yeni bir aşamaya geçtiğinin sinyalini veriyor. Avrupa’nın, ABD’nin baskılarına rağmen Suriye’de yeni bir döneme kapı araladığı görülüyor.
KÜRESEL DENGELER YENİDEN ŞEKİLLENİYOR
ABD’nin UCM’ye yönelik yaptırım kararı, uluslararası hukuk düzeninin geleceğini tehdit ederken, Avrupa’nın Washington’a karşı birlik oluşturma çabaları dikkat çekiyor. Almanya, hem UCM’ye verdiği destek hem de Suriye açılımıyla ABD’den bağımsız bir dış politika geliştirme sinyali veriyor.
Trump yönetiminin UCM’yi hedef alması, İsrail’i uluslararası hukuktan koruma çabasının bir yansıması olarak görülüyor. Ancak bu hamlenin, Avrupa ile ABD arasında yeni bir gerilim hattı oluşturması kaçınılmaz görünüyor.
Öte yandan Almanya’nın Suriye konusunda Şara yönetimiyle doğrudan temas kurması, Avrupa’nın Ortadoğu politikalarında yeni bir yönelim içinde olduğunu gösteriyor. Bu gelişmeler, Washington’ın küresel liderlik iddiasının giderek sorgulanır hale geldiğini ve Avrupa’nın kendi stratejik hedeflerine odaklanmaya başladığını ortaya koyuyor.