"Cumhurbaşkanı'nı tehdit" suçlamasıyla tutuklanan gazeteci Fatih Altaylı, tutukluluğunun yirmi beşinci gününde cezaevinden gönderdiği mektupta, gündeme dair ve cezaevinde yaşadıklarına değerlendirmelerde bulundu.
Altaylı, mektubunun girişinde sağlık durumunun iyi olduğunu vurgularken, cezaevi personeline yönelik bazı eleştirilerin haksız olduğunu söyledi:
“Silivri'deki infaz koruma ekibi bize gayet iyi bakıyor. Üniversite mezunu personel ortalaması pek çok kamu kurumundan daha yüksek. Burada bulunmamızın nedeni onlar değil, siyasallaşmış yargıdır.”
Altaylı, kendisine yönelik suçlamaların içeriğiyle orantısız bir tutukluluk halinin sürdüğünü vurgulayarak, “İki buçuk dakikalık bir konuşmaya ilişkin iddianame haftalardır yazılmıyor. Bu gecikmenin sorumlusu cezaevi değil, siyasi hesaplar,” dedi.
''Birçok kamu kurumunda böylesine nitelikli bir personel ortalaması bulmak mümkün değil'' diyen Altaylı'nın mektubu şöyle:
''Emre Beyciğim, sana, tüm ekibe ve değerli izleyicilerimize selamlar, sevgiler. Umuyorum hepiniz iyisiniz, sağlığınız yerinde, afiyettesiniz. Sağlığımla ilgili sorularına verdiğim yanıtların içini rahatlattığını umuyorum. Gerçekten beni merak etme, Silivri’deki infaz koruma ekibi hepimize oldukça iyi bakıyor. Hepsi üniversite mezunu; birçok kamu kurumunda böylesine nitelikli bir personel ortalaması bulmak mümkün değil.
Biz burada iyiyiz, siz de iyi olun. Bazı tutuklu avukatlarının, Silivri’deki durumu olumlu yansıtmamı doğru bulmadığını duydum. Sonuçta burası bir cezaevi ve burada olmaktan hoşnut olunmaz, bu açık. Ama burada olmamızın sebebi infaz koruma memurları değil. Burada tutulan herkesin karşı karşıya kaldığı adaletsizlik, yargının kendisinden kaynaklanıyor. Sorun infazda değil, yargıda. Ve eminim ki hiçbir infaz koruma memuru yargının siyasallaşmasının sorumlusu değildir.
Ayrıca burada sürekli şartlardan şikâyet edip dışarıda bizi düşünen dostlarımızı, ailelerimizi daha fazla üzmenin anlamı yok. Gerçekten de genel durumum iyi. Elbette Ayşe Barım’ın ve Murat Çalık’ın bir an önce tahliye edilmesi gerekiyor. Ama onların burada, ya da Çalık’ın hastaneye kelepçeyle götürülüyor oluşunun sebebi de infaz sistemi değil.
Haksız, hukuksuz ve kirli bir kumpasla tutulan herkesin en kısa sürede serbest kalması, en azından tutuksuz yargılanması gerekiyor. Benim açımdan da, iki buçuk dakikalık bir konuşma nedeniyle hazırlanan iddianamenin haftalar geçmesine rağmen yazılmaması, yargılamanın geciktirilmesi yine cezaevi personelinin değil, sistemin sorunudur. Bu yüzden, kimse kusura bakmasın; ne yaşıyorsam onu yansıtmaya devam edeceğim.
Silivri soğuk değil ama sinekli. Burada yeni bir sinek türü keşfettim: "silivrisinek". Bildiğimiz sivrisineğin biraz daha gelişmiş bir versiyonu. Dün, buradaki en tatsız günümü yaşadım. Sabah temizlik yapmış, çalışmaya oturmuş, çayımı içiyordum ki avluya kalabalık bir grup girdi. İnfaz koruma memurlarıyla birlikte jandarmalar da vardı. Askeri arama dediler. Ne olduğunu anlamadan üzerimi aradılar, ardından yatak bölümüne ve mutfağa yöneldiler. Eşyalarımı karıştırdılar, yatağın altına kadar baktılar.
Keşke içeri girmeden önce postallarının altını kapı önünde silselerdi. Yeni temizlediğim odama çalı çırpı ve kuş pisliği taşıdılar. “Geçmiş olsun, iyi çalışmalar” deyip çıktılar. Ama bu ani ve kaba arama sonrası kendimi kötü hissettim. Sonra yeniden temizlik yaptım. Belli ki böyle kontroller olacak. Keşke bir paspas olsaydı da odaya çamur taşınmasaydı.
Tutukluluk meseleleriyle sizi daha fazla oyalamadan gündeme geçelim. Dün, “terörsüz Türkiye” gündemine 15 Temmuz nedeniyle ara verilmişti. O geceyi bir kez daha hatırladık. Umarım o sürecin arkasındaki güçler, darbenin amacı ve azmettiricileri bir gün tüm netliğiyle ortaya çıkar. Hâlâ, o gecenin hesabının tam anlamıyla sorulmadığına inanıyorum. Dünün FETÖ’cüleri hâlâ ortalıkta dolaşıyor ve iktidarın makbul destekçileri arasında görünmeleri oldukça rahatsız edici.
FETÖ yöntemlerinin hâlâ kullanılmaya devam edilmesi ise daha da ürkütücü. Yeni açılım süreci ya da “terörsüz Türkiye” girişimiyle ilgili iktidar başından beri tek bir şey söylüyor: “Pazarlık yok, örgüt silah bırakacak ve kendini lağvedecek.” Oysa herkes bunun böyle olmadığını biliyordu. Dağdan inen PKK’lıların törensel vedasında bu çok net anlaşıldı. Bese Hozat, “Ankara ve İstanbul’da demokratik siyasetin öncüleri olmak isteriz, şimdi top karşı tarafta,” dedi. Ardından şu cümle duyuldu: “Öcalan özgürlüğüne kavuşmadan silah bırakılmaz.” Yani, pazarlık yoktu ama fiyat belliydi.
Bu atmosferde, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Halk TV’ye konuk oldu. İsmail Saymaz’ın sorularına olabildiğince açık yanıtlar verdi. Daha da açık olabilirdi ama belli ki süreci baltalamak istemiyordu. Ondan öğrendiğimiz en önemli şey, PKK’nın dağ kadrosuna yönelik bir af talebiydi. Böylece bu kişiler Türkiye’ye dönecek, düz ovada siyaset yapacaklardı. İsmail Saymaz “Af mı bu?” diye sordu, Hatimoğulları “Af değil, özel düzenleme” diyerek ısrar etti. Belki de Öcalan’ın genel başkan, PKK kadrolarının milletvekili olduğu bir partiyle Meclis’te karşılaşacağız. PKK savaşı kazanmış olsa da tablo bu olurdu.
Bu senaryo üzerinde fazla düşünmek bana düşmez, inek hırsızları ve sözde milliyetçiler düşünsün. Tabii, Demirtaş’ın da özgür kalması gerekiyor. Bu zaten sürecin değil, hukukun gereğidir. Biraz uzun vadeli düşününce bu tablo bana trajikomik geldi: Demirtaş serbest, İmamoğlu içeride, ortak aday Demirtaş, MHP de destekliyor... Sadece hoş bir olasılık olarak hayal edin. Ayrıca, terörist yaftasından kurtulmuş bir DEM Parti’nin Türkiye'nin demokratikleşmesine ciddi katkı sağlayacağına inanıyorum.
Sonuçta anlıyoruz ki, PKK’nın dağ kadrosuna özel bir af sözü verilmiş. 30 silahın bırakılması da iktidarın bu adımı atması için iyi niyet göstergesi. Bu noktada Halk TV’yi ve Tülay Hatimoğulları’nı kutluyorum. Üçlü ittifak söylentisinin doğru olmadığını da öğrenmiş olduk. Burada İsmail Saymaz’a özel bir selam iletmek isterim. Hem programdaki hem sonrasındaki performansı muazzamdı. Verdiği bilgiler, Ergenekon benzetmeleri, detayları ve akıl yürütmeleriyle çok farklı bir gazeteci olarak öne çıktı. Kendisine hayranlığım her geçen gün artıyor.
Geçelim güncel ekonomik verilere. Deutsche Bank’ın ülkeler arası gelir ve harcama araştırması Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketi gözler önüne serdi. İstanbul, kira artışında dünya birincisi. Üç odalı bir evin kirası son beş yılda dolar bazında %300 artmış. 600 dolardan 1700 dolara çıkmış. Üstelik kira sonrası elde kalan gelirde Türkiye dünya sonuncusu. Bir odalı evin kirası 950 dolar. Asgari ücretin 500 dolar olduğu, çalışanların yarısının asgari ücret aldığı bir ülkede bu rakamlar, bırakın çocuk yapmayı, evlenmeyi bile imkânsız hale getiriyor.
Bir başka araştırma, NATO ülkeleri arasında sağlığa ve eğitime en az bütçe ayıran ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor: sağlığa %3, eğitime %2,5. Yunanistan ve Bulgaristan bizden daha iyi durumda. MÜSİAD’ın "eğitim süresi çok uzun, bu yüzden genç işçi bulamıyoruz" demesi ise daha da düşündürücü: Eğitimsiz işgücü arayışı. Zaten eğitim sistemi felç olmuşken, EGS sınavında 700'den fazla öğrencinin tüm soruları doğru yanıtlaması, ancak sonuçların açıklanmaması soru işaretlerini artırıyor. FETÖ öldü ama yöntemleri yaşıyor. Hal böyleyken kim çocuk yetiştirmek ister?
Suriye’ye geçişte vize uygulaması bile Türkiye’nin kontrol iddiasını boşa çıkarıyor. Tek giriş 50 dolar, iki giriş 75 dolar, araç için 100 dolar. Fransa’dan bile pahalı. Türk firmaları yeniden imar anlaşmalarında bile ortada yok.
15 Temmuz’un yıl dönümünde şunu vurgulamak isterim: AKP iktidarı bu süreçten hiç ders almamış. Cemaatlerle birlikte hareket ederek aydınlara ve muhaliflere kurulan kumpaslara ortak oldular. Darbe günü komplo kurdukları kişiler yanlarındaydı, el ele yürüdükleri hain çıktı. Bugün hâlâ benzer iş birlikleriyle vatanseverlere baskı kuruluyor. Bu yaşananları unuttuğumuzu sanmasınlar.
Ziyaretçilerime gelince... Pek çok milletvekili, avukat yine geldi. Sağ olsunlar, kısıtlamaya rağmen eksik olmuyorlar. Önceki gün, gece geç saatte gelen bir ziyaretçim vardı: Ali Congun. Avukat olmanın avantajını kullanıp geç saatte geldi, beni güldürdü. Soğuk savaş esprilerini anlattı. Aynı saatlerde gelen bir diğer ziyaretçim ise Ramazan Arı Türk’tü. Mavi Marmara davasından tanınan, muhafazakâr camiada saygın bir hukukçudur. Dostluğumuz bir tahkim davasında farklı tarafların hakemliğini yaptığımız güne dayanır. Onu burada görmek beni mutlu etti. Fikir ayrılıkları, namuslu insanlar arasında sorun yaratmaz.
Dün ise Mansur Yavaş geldi. Ekrem Başkan, diğer başkanlar ve benimle görüşmek için Silivri’ye geldi. Görüşmeyeli epey olmuştu, iyi geldi. Bugünü şöyle noktalayalım: Medya gündemi değişmiş olabilir, terörsüz Türkiye söylemiyle bir süre idare etmeye çalışıyor olabilirler. Ama unutmasınlar; millet aç. Enflasyon TÜİK’te değil, mutfakta ölçülüyor. İşsizlik %34, umutsuzluk oranı %70. AKP, hâlâ kutuplaşma ve ümmet söyleminden medet umuyor. Ama özellikle gençler artık çok sıkıldı.''