YAVUZ KARAMAHMUTOĞLU
Türkiye’de emeğin tarihi, çoğu zaman sessizliğin gürültüsüyle yazıldı. Bu tarih, şimdi yeni bir dönüm noktasında. İşçi sınıfının ağır sömürü koşulları ve sendikal bürokrasinin gölgesinde kalan mücadelesi, son dönemde dalga dalga yayılan direnişlerle yeni bir anlam kazanıyor. Türkiye İşçi Partisi Emek Bürosu üyesi Deniz Sert ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, yalnızca bir siyasal stratejiyi değil, sınıf mücadelesinin iç dinamiklerini, sancılarını ve umutlarını da gözler önüne seriyor. Polonez’deki kararlı direnişten Antep’te yükselen emeğin sesine uzanan bu yolculukta, TİP’in işyeri demokrasisini güçlendirmeye, sendikal mücadeleyi tabanda büyütmeye ve işçi sınıfını siyasal bir özne olarak konumlandırma vizyonu, Türkiye’de emek hareketinin geleceğine dair güçlü bir kapı aralıyor.
1- Türkiye’de işçi sınıfının örgütlenmesi ve sendikal mücadelede son dönemde gözle görülür bir hareketlilik var. Ancak, sendikal bürokrasinin ve patronlarla işbirliği yapan sendikaların işçi sınıfının mücadelesini baltaladığı da bir gerçek. TİP’in bu noktada sendikal örgütlenme konusundaki stratejisi nedir? İşçi sınıfını hem tabanda örgütlemek hem de sendikal bürokrasiyi aşmak için nasıl bir yol haritası çiziyorsunuz?
Geride bıraktığımız yılı ve 2025’in ilk haftalarını düşündüğümüzde, sorunun ilk kısmında belirttiğiniz gibi sınıf içerisinde bir hareketlilik olduğunu biz de tespit ediyoruz. Epeydir denk gelmediğimiz kitlesel işçi buluşmalarını, Polonez’de olduğu gibi son derece dirençli ve militan işçi eylemlerini yaşadık. Bunların bir kısmı kazanımla sonuçlandı, bir kısmı devam ediyor ya da bugünlerde Antep’teki tekstil işçileri gibi yenileri ekleniyor. Bu hareketlilik sendikalaşmaya ne düzeyde yansıyor diye baktığımızda ise durum pek iç açıcı değil. Geçtiğimiz günlerde işçi sendikalarının üye istatistikleri yayınlandı. Bu istatistikleri incelediğimizde 17 milyon civarı sigortalı işçinin yalnızca 2,5 milyonunun sendika üyesi olduğunu görüyoruz. Yaklaşık olarak %15 diyebiliriz yani. Bu sayıya kayıtsız çalışanlar dahil değil elbette. Bunu toplu iş sözleşmesi ve müzakere yapabilecek koşullara sahip işçilere daralttığımızda oran %6-7’lere kadar düşüyor. Bu tablonun çok önemli yapısal nedenleri var ve öncelikle onları uzun uzadıya tartışıp ardından sendikaları değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olur. Ama sorunuz mevcut sendikalara ve onların yönetimlerine dair olduğu için bu kısmı şimdilik atlıyorum.
Halihazırda sendikal anlamda örgütlü işçilerin çoğunluğunun Saray Rejimi ile güçlü patronaj ilişkileri olan TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ konfederasyonlara bağlı sendikalara üye olduğunu görüyoruz. Üye sayısı açısından bu ikisini DİSK takip ediyor. Başta DİSK olmak üzere bu konfederasyonların içerisinde sınıf sendikacılığı yapan ve mücadeleci çok sayıda odak var. Bunların hakkını teslim etmekle birlikte yine ilk ikisinde daha yoğun olacak şekilde her konfederasyonda belirli düzeylerde sendikal bürokrasi bulunduğunu, bunların da zaman içerisinde sınıf sendikacılığının önündeki en büyük engellerden birisi haline geldiğini belirtmek gerekiyor.
Kasım ayında gerçekleştirdiğimiz I. İşçi Kurultayı’nda bu engelleri aşmak ve sınıfın kazanımları için yeni bir sendikal hareketin inşa edilmesi gerektiğini karar altına aldık. Yeni bir sendikal hareket için dört tane temel ilke belirledik: İşyerinde demokrasinin güçlendirilmesi yani sendika temsilcilerinin işçiler arasında seçimle belirlenmesi, seçilen temsilcinin kendisini seçenler tarafından geri çağrılma hakkının olması ve bu ilkenin koşulsuz uygulanması, bölgesel düzeyde ve ülke genelinde işçi temsilcilerinin bir araya geldiği kurulların oluşturulması ve son olarak toplu iş sözleşmesinin (TİS) hazırlanması ve imzalanması süreçlerinin demokratikleştirilmesi. Bu ilkeler çerçevesinde yeni bir sendikal hareketin inşasında atılacak her bir adım bahsedilen sorunların aşılması yönünde çok ciddi katkılar sağlayacaktır. Fakat bunun uzun bir mücadele süreci sonunda gerçekleşebileceğini ve somut geri dönüşler için sabırlı olmak gerektiğini akıldan çıkarmamak lazım.
2- Toplu sözleşme süreçleri, işçilerin en kritik mücadele alanlarından biri. Ancak, toplu sözleşmelerde işçilerin taleplerinin karşılanması genellikle patronların ve devletin dayattığı sınırlamalar nedeniyle engelleniyor. Son dönemde yaşanan grevler ve toplu iş sözleşmesi süreçlerinde TİP’in işçilere sunduğu somut destek ve müdahaleler neler oldu?
Bundan yaklaşık üç yıl önce tam da bu konuyla ilgili “Hakkımız Var Vaktimiz Yok” başlığıyla bir basın toplantısı düzenledik, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifimizi kamuoyu ile paylaştık. Sizin de bahsettiğiniz örgütlenme ve TİS süreçlerine dair hukuki engelleri gündem yapmaktı amacımız. O dönem istediğimiz düzeyde karşılık alamasak da soruda ifade edildiği gibi bu mesele yakıcılığını koruyor. Kanun teklifinin gerekçesinde belirttiğimiz üzere, bu engellerin yasal temeli 12 Eylül darbesine dayanıyor. O zamanki temel amaç işçi sınıfının örgütlülüğünü ve mücadele kapasitesini kırmaktı. Aradan geçen sürede maalesef bu azımsanmayacak ölçüde başarıldı. 12 Eylül ile inşa edilmeye başlanan neoliberal otoriter rejim bugün Saray Rejimi eliyle sürdürülüyor. Burada bir süreklilik olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Mevcut iktidar da tıpkı ağababaları gibi grev yasakları, yetki belirleme sürecinin yıldırma işleviyle kullanılması, ikili baraj sistemi gibi türlü engeller ile sendikalaşma ve toplu pazarlığın olanaksızlaştırılması için elinden geleni yapıyor.
Somut destek ve müdahalelere gelirsek; abartmadan söyleyebiliriz ki nerede bir grev, direniş veya işçi eylemi varsa TİPliler oradalar. Bunların kazanımla sonuçlanabilmesi için tüm olanaklarımızla ve hiçbir örgütsel menfaat gözetmeden yanlarında oluyoruz. Elbette yetişemediğimiz durumlar olabiliyor ama bunu temel ilke olarak benimsediğimizi söyleyebiliriz. Bu süreçlerde sendikalarla da sürekli iletişim ve dayanışma içerisinde olmaya çabalıyoruz. Özellikle sürecin siyasal ayağında sendikaların pozisyonunu güçlendirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Grev veya TİS harici dönemlerde de işçi sınıfını ilgilendiren tüm gündemlerde sendikalarla işbirliği ve iletişim içerisinde olmayı önemsiyoruz. Bunun yanında TİP olarak milyonlarca emekçiyi doğrudan etkileyen bu konunun daha fazla öne çıkabilmesi için elimizdeki tüm araçlarla meseleyi kamuoyunun gündemine sokmaya çalışıyoruz. Basın açıklamaları, milletvekillerimizin konuşmaları, yayınlarımız, işçi buluşmaları vb. bunlara bakıldığında bahsettiğimiz engellerin varlığına ve bunların nasıl aşılabileceğine dair düzenli olarak faaliyet içerisinde olduğumuz görülecektir.
Bu engellerin nasıl aşılacağına dair en güzel örneği aslında geçtiğimiz günlerde DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş üyesi işçiler verdiler. Geçtiğimiz aralık ayında Türkiye Metal Sanayicileri Sendikasıyla (MESS) yürütülen TİS görüşmelerinin tıkanması üzerine Birleşik Metal-İş Sendikası örgütlü olduğu bazı işyerlerinde grev kararı aldı. Daha önce olduğu gibi Cumhurbaşkanı “milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu gerekçesiyle grevi erteledi, diğer bir deyişle yasakladı. Sendika ise bu kararı tanımadığını ilan ederek greve devam etti ve nihayetinde süreci işçiler lehine sonuçlandırmış oldu. İktidarın toplumu teslim almak amacıyla bilinçli şekilde yaydığı “bunlar asla geri adım atmaz” algısını metal işçileri tuzla buz etmiş oldu. Önümüzdeki dönem benzer örneklerin sayısını arttırmak ve buradan alınan meşrulukla temel sendikal hakları yasal güvenceye kavuşturmak en önemli hedeflerimizden birisi olmalıdır.
3- Türkiye’de genç işçi kuşağı, özellikle güvencesiz ve esnek çalışma koşullarıyla karşı karşıya. Üniversite mezunu işçiler de dahil olmak üzere gençler, sermaye düzeninin en ağır sömürüsüne maruz kalıyor. TİP, genç işçilerin mücadelesini nasıl örgütlemeyi planlıyor? Yeni kuşak işçileri sınıf mücadelesine kazandırmak için ne tür araçlar ve yöntemler öneriyorsunuz?
Türkiye’de işçi sınıfı üzerine yapılan güncel araştırmaları incelediğimizde yaş dağılımı açısından yarıdan fazlasının 35 yaş altı olduğunu, bu sayının yarıya yakınının da 15-24 yaş arasında olduğunu görüyoruz. Bu durum haliyle, sizin de soruda vurguladığınız gibi sınıfın nicel bakımdan en geniş katmanı olan genç işçilerin çalışma koşullarını ayrıca değerlendirmeyi zorunlu kılıyor.
Bugün Türkiye’de işçilerin ağırlıklı olarak hizmet sektöründe çalıştığını, bunların önemli kısmının genç işçilerden oluştuğunu biliyoruz. Güvencesiz ve esnek çalışma bu sektörde oldukça yaygın ve patronlar aslında tam da bu gerekçeyle genç işçileri tercih ediyorlar. Hizmet sektörüyle de doğrudan ilgili olacak şekilde genç işçilerin geçmiş işçi kuşaklarına kıyasla sendikal örgütlenme, grev, eylem gibi sınıf deneyimleri açısından görece zayıf bir konumda olmaları bir diğer olumsuzluk sayılabilir. Buna ek olarak işsizlik genç işçileri daha fazla etkiliyor. Tutarlılığı ve doğruluğu hepimizin malumu olan TÜİK verilerinde bile genç işsizliğinin genel işsizlik oranının iki katı çıktığını -genç kadınlarda çok daha fazla- görüyoruz.
Tüm bunların örgütlenme açısından önemli bir handikap yarattığı açık. Yeni kuşak işçilerin ihtiyaçları ve yönelimleri çerçevesinde, geleneksel mücadele araçlarımızı güncelleyerek ve elimizdeki araçları çeşitlendirerek bu handikapları aşmaya çalışıyoruz. Meselenin öğrencilikle ve eğitim süreçleriyle doğrudan ilişkisi nedeniyle TİP’li Öğrenciler’den arkadaşlarımızla da bu konuyu sürekli tartışıyoruz. Örneğin, bir süredir Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) diye bir garabeti gençliğe dayatıyorlar. Bu konuyla alakalı bir ihbar hattı kurarak buradaki sömürüye, iş cinayetlerine ve geleceksizleştirilmeye karşı bir bariyer olmaya çalışıyoruz. Dayanışma ağları gibi ara formlarla sendikal örgütlenmeye
mesafeli veya güvencesiz çalıştığı için üye olamayan genç işçileri kapsamayı deniyoruz. Görece deneyimli işçi arkadaşlarımızla genç işçileri yan yana getirdiğimiz etkinlikler düzenleyerek kuşaklar arası etkileşimi arttırmaya çabalıyoruz. Sosyal medya genç işçilere ulaşabilmekte önemli bir araç, en etkili şekilde kullanmaya çalışıyoruz. Bahsettiğim başlıklarda hatırı sayılır düzeyde bir mesafe alsak da henüz hedeflerimizin çok gerisinde olduğumuzu biliyoruz. Bu nedenle yeni yollar, yöntemler aramaya devam ediyoruz.
4- Sermayenin emeğe saldırısı her geçen gün şiddetlenirken, iktidar da işçi sınıfının haklarını budamak için yeni yasal düzenlemeler yapıyor. Asgari ücret, kıdem tazminatı, çalışma saatleri gibi temel konular açısından işçi sınıfının bugünkü en acil gündemleri nelerdir? TİP, bu gündemleri siyasal alana taşımak için nasıl bir mücadele hattı kuruyor?
Geçtiğimiz yıl içerisinde ve yeni yılın ilk haftalarında gerçekleşen işçi eylemlerine ve direnişlere baktığımızda en fazla ücret talebinin öne çıktığını görüyoruz. İşten çıkarılan işçilerin işe iadesi, sendikanın yetki açısından tanınması ve örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması, işyerinde mobbing ve dayatmaların son bulması, yan hakların eksiksiz sağlanması gibi başlıkların ücret talebi kadar baskın olmasa da yine direnişe geçen işçiler tarafından sıkça dile getirildiğine tanık olduk. Vergide adalet ve emeklilikte adalet talepleri de yine bu dönem yaygın şekilde dillendirilen ve işçilerin gündeminde olan başlıklar. Şu sıralar yeniden yürüyüşe geçen Çayırhan maden işçilerinin özelleştirme saldırısı karşısında başlattıkları direnişin ise bu bağlamda ayrıca önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kıdem tazminatını işçiler ve sendikalar kırmızı çizgi olarak beyan ettiklerinden iktidar henüz buraya dönük cepheden bir hamle yapamıyor ama her fırsatını bulduğunda burayı yoklamayı ihmal etmiyor.
Sorunuzun ikinci kısmı ise aslında partimizin asli faaliyet alanına işaret ediyor. Devrimci siyaset açısından dönemin ihtiyacını 2. Kongremizin sonuç metninde şöyle ifade etmiştik:
“Halkın insanca yaşam arzusu ile düzen siyasetinin sınırlı ufku arasındaki büyük boşluk, emeğe yaslanan, yeni bir halkçı ve devrimci siyasetle doldurulmayı bekliyor. Bu ülkenin emekçileri cumhuriyetin ikinci yüzyılına zorba bir iktidar, ucube bir rejim ve dizginsiz bir talan düzeni altında girmeyi hak etmiyor. Bu şartlar; değişimin, kurtuluşun ve yeniden kuruluşun öncüsü olma potansiyeline sahip emekçileri siyaset sahnesine çağırıyor. Kadınlarla gençlerin, doğa için verilen mücadeleyle özgürlük arzusunun, barış talepleriyle eşit yurttaşlık özlemlerinin bütünleşebilmesi için emekçilerin ülke siyasetine ağırlığını artık koyması gerekiyor.” Bu dönemki mücadele hattımızı bu uzun alıntıda belirtilen ihtiyaçları karşılayabilmek üzerine kuruyoruz. Başka türlü ifade etmek gerekirse; sınıf hareketinin farklı unsurlarının ortak bir gelecek umudu etrafında birleştirilmesi, düzeni teşhir etmenin yanında işçi sınıfına özgüven ve umut verecek kazanımlara odaklanılması, sosyalist dünya görüşünün güncel koşullar içerisinde tazelenmesi ve yaygınlaştırılması, ayrı ayrı yürüyen toplumsal mücadelelerin düzen karşında bütünleştirilmesi ve halkın bütününe seslenebilecek araçların yaratılması olarak özetleyebiliriz.
5- Türkiye’de işçi sınıfının bağımsız bir siyasal güç haline gelmesi için sol-sosyalist hareketlerin önemli bir rol oynaması gerekiyor. TİP, sınıf mücadelesini sadece sendikal alanda değil, geniş halk kesimlerini içine alan bir toplumsal muhalefet zeminine taşımak için nasıl bir örgütlenme modeli öngörüyor? İşçi sınıfının siyasal temsiliyeti konusunda partinizin hedefleri nelerdir?
Adında işçi olan bir parti olarak elbette işçi sınıfının siyasal temsiliyetini her düzeyde ve en güçlü biçimde sağlayabilmek için çabalıyoruz. Bu bakımdan sorumluluğumuzun farkındayız ancak meseleyi yalnızca siyasal temsiliyetle sınırlandırmak hatalı bir yaklaşım olacaktır. İşçi sınıfının bizzat kendisinin bir siyasal özne haline gelmesi gerekiyor. Çünkü, Marx’a atıfla söylersek, işçi sınıfının kurtuluşunun ancak kendi eseri olabileceğini biliyoruz. Düzen siyaseti dediğimiz bu maskeli baloya tam da bu noktadan müdahale etmeye ve bu müdahaleyi mümkün kılabilecek örgütsel araçları yaratmaya çalışıyoruz. Bu nedenle sadece parti örgütlerimizi büyütmekle sınırlı kalmadan sendikalardan derneklere, dayanışma ağlarından diğer platformlara kadar işçi sınıfının ve halkın her düzeyde örgütlenmesinin kanallarını çoğaltmaya, bu kanallar yoksa da onları yaratmaya odaklanmış durumdayız.
Örgütlenme modeline daha somut bir örnek vermek adına önümüzdeki ay dördüncüsünü gerçekleştireceğimiz İşçi Okulu çalışmamızdan kısaca bahsedebiliriz. I. İşçi Kurultayı’nda aldığımız kararlardan birisi de ülke genelinde İşçi Okulu adında bir çalışmaya başlamaktı. İşçi Okulu ile ülke genelinde işçi sınıfının gündemlerini ortaklaştırmayı, partimizin yerel örgütlerinde işçi ve emek çalışmalarımızı güçlendirmeyi, işçi sınıfının içerisinden öncü işçiler yetiştirmeyi ve yeni, militan bir işçi kuşağının oluşumuna katkı sunmayı hedefliyoruz. Böylelikle sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz gibi, işçi sınıfının gündemlerini ve mücadelesini sadece sendikal alana sıkıştırmadan, geniş halk kesimlerini içine alan bir toplumsal muhalefet zeminine taşımayı bizzat parti örgütlerimiz üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu çalışmamızın yaygınlaşmasını ve süreklilik kazanmasını önemsiyoruz. Her ayın ilk pazar günü tüm Türkiye’de eş zamanlı olarak İşçi Okullarını toplamaya devam ediyoruz.
6- Türkiye İşçi Partisi'nin "Halk İçin Ekonomi Paketi"nde, Saray Rejimi'nin patron yanlısı politikalarının Türkiye ekonomisini bir darboğaza sürüklediği belirtiliyor ve bu durumdan çıkış için halk lehine bir reçete öneriliyor. Bu bağlamda, TİP'in önerdiği ekonomik modelin temel ilkeleri ve bu modelin mevcut ekonomik sistemden farkları nelerdir?
Öncelikle şunun altını çizerek başlamak gerekiyor: Halk İçin Ekonomi Paketi (HEP) sosyalizmde uygulanacak bir politika paketi değil. Bunu hatırlatmakla başlamak istiyorum çünkü bu minvalde bazı sorular ve itirazlar geliyor. Sosyalist Türkiye’nin neye benzeyeceğini parti programımızda detaylarıyla ifade ettik. HEP ile amaçladığımız ise hemen bugün, yani mevcut düzen içerisinde bile şayet istenirse emekçi sınıflar lehine birçok adım atılabileceğini geniş kamuoyuna duyurmak.
Türkiye ekonomisi tıpkı bugünkü gibi ne zaman darboğaza girse iktidarlar “hepimizin aynı gemide olduğu” ve bu nedenle herkesin fedakârlık yapması gerektiği laflarını dillendirmeye başlarlar. Bugün de Saray Rejimi aynısını yapmakta, herkesin gerekli fedakarlığı yapmasını ve sabırlı olmasını istemektedir. Aslında burada “herkesten” kasıt emekçi sınıflardır. Bunu gayet iyi bildiğimizden şunu söylüyoruz: Biz sizinle aynı gemide falan değiliz. Zenginin yoksulu ezdiği, gençlerin geleceğinin karardığı bu düzen devam etsin diyenler bir gemide; asgari ücrete çalışanlar, ofis masalarında dirsek çürütenler, eve ekmek götürebilmek için canını riske atanlar öbür gemide. HEP tam da ikinci gemidekiler yani halkın lehine bir reçete öneriyor. Bu reçetenin özünü ifade etmek gerekirse; Saray Rejimi’nin bugüne kadar patronları daha fazla zenginleştirmek için halktan çaldıklarını, soydukları kamu kaynaklarını geri alacağız, yani halka ait olan ne varsa yalnızca halkın ihtiyaçları için kullanılmasını sağlayacağız diyoruz.
Mevcut ekonomik sistemden farklarını somut örnekler üzerinden anlatmak daha iyi olacak. Mesela “vergide adalet” dedik. 1315 tane vergi istisnası sağlanmış patronlara, toplam tutar yaklaşık 2.2 trilyon TL ediyor. Sermayeye uygulanan vergi muafiyeti, istisnası, indirimi gibi uygulamalara son vereceğiz ve yılda bir kere toplanacak servet vergisini ekleyeceğiz. ÖTV, KDV gibi dolaylı vergilerle bugüne kadar hep emekçilerin sırtına yüklenen vergi yükünü azaltıp vergiyi zenginlerden alacağız. Bir diğer somut başlık çalışma saatleri. Bu kadar fazla çalışıp bu kadar yoksul olmayı, işsizliği kabul etmiyoruz. Çalışma saatlerini ücret kaybı olmadan kademeli olarak haftalık 35 saate düşüreceğiz. Böylelikle insanca çalışma koşullarına biraz daha yaklaşacak ve yeni istihdam alanları açılmasıyla işsizliği azaltacağız. Adı “İşsizlik Sigortası Fonu” olan ama işsizlerden çok patronların yararlandığı bu fonu gerçek işlevine kavuşturacağız. Fondan patronlara aktarım yapan uygulamalara son vereceğiz, işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarını kolaylaştıracağız. Özellikle büyük kentlerde yaşayan emekçilerin en önemli gündemlerinden birisi yüksek kira fiyatları. Barınma rant kapısı olmasın diye ikiden fazla konutu olanlardan artan oranlı vergiler alacağız ve toplanan vergilerle “Kamusal Barınma Fonu” kurarak sosyal konut üretimi yapacağız. Emeklilere yönelik sefalet ücretleri bugünlerde çokça konuşuluyor. Emekli aylığı alt sınırı için asgari ücretten az olmayacak bir taban ücret belirleyeceğiz ve aylık bağlanma oranını geçmiş orana geri getirerek %35’ten %75 seviyesine çıkaracağız.
Örneklerin sayısını arttırmak mümkün ama uzatmamak adına burada keselim. Detayları merak edenler internet sitemiz üzerinden (tip. org.tr) HEP kapsamındaki politika önerilerimizin tamamına erişebilirler. TİP olarak Türkiye’nin sorunlarını tespit edip bunları kamucu, katılımcı ve sosyalist bir perspektifle çözebilecek birikime ve iradeye sahip olduğumuzu öne sürüyoruz.