YAVUZ KARAMAHMUTOĞLU

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı açıklamalar, transatlantik ilişkilerde yeni bir fay hattının ortaya çıktığını gösteriyor. Vance’in Avrupa’yı “anti-demokratik koşullar yaratmakla” suçlaması, kıtadaki göç politikalarını eleştirmesi ve aşırı sağcı AfD ile görüşmesi, sadece diplomatik bir kriz değil, aynı zamanda Avrupa’nın siyasi geleceği için de endişe verici bir gelişme.

ABD’DEN AVRUPA’YA ALIŞILMADIK ELEŞTİRİLER

Vance’in “Avrupa’daki en büyük tehdit dışarıdan değil, içeriden” sözleri, Washington’ın artık Avrupa’daki iç dinamikleri doğrudan hedef aldığını gösteriyor. Göç meselesini “en acil sorun” olarak tanımlaması, ABD’nin Avrupa’daki göç politikalarına dair rahatsızlığını açıkça ortaya koydu. Özellikle Almanya’da her 5 kişiden birinin göçmen olmasını vurgulaması, Trump yönetiminin Avrupa’daki demografik değişimden duyduğu rahatsızlığı gözler önüne seriyor.

Ancak burada kritik olan, Vance’in yalnızca göçmenleri değil, Avrupa’nın demokratik değerlerini de sorgulaması. İfade özgürlüğünün kısıtlandığını, siyasi muhalefetin susturulduğunu dile getirmesi, Avrupa’daki mevcut iktidarların uygulamalarına açık bir meydan okuma niteliğinde. ABD’nin bu kadar sert bir dille Avrupa’yı eleştirmesi, transatlantik ilişkilerde bugüne kadar görülmemiş bir kırılmaya işaret ediyor.

AVRUPA’DAN GELEN TEPKİLER: SAVUNMA MEKANİZMASI MI, ENDİŞE Mİ?

Almanya Savunma Bakanı Pistorius’un “Bu kabul edilemez” sözleri ve Başbakan Scholz’un “Kesinlikle reddediyorum” açıklaması, Berlin’in bu çıkışı “dostane” bir eleştiri olarak görmediğinin kanıtı. Almanya’nın aşırı sağa karşı “güvenlik duvarı” yaklaşımını savunması, Vance’in bu duvarları kaldırma çağrısıyla doğrudan çelişiyor. Norveç’ten gelen “Zaten kontrollü göç istiyoruz” açıklaması ise Avrupa’nın bu eleştiriler karşısında bir savunma refleksi geliştirdiğini gösteriyor.

Vance’in AfD lideri Alice Weidel ile görüşmesi, bu gerilimin en somut göstergesi oldu. ABD’nin aşırı sağla bu denli açık bir temas kurması, Avrupa için sadece diplomatik değil, aynı zamanda siyasi bir şok. Berlin’in bu görüşmeyi “seçim müdahalesi” olarak tanımlaması, Washington-Berlin hattında uzun sürecek bir krizin sinyalini veriyor.

UKRAYNA SAVAŞI VE GÜVENLİK GARANTİLERİ

Zelenskiy’nin “Rusya’nın işgal ettiği toprakları asla tanımayacağız” vurgusu, Ukrayna’nın Batı’dan net bir destek beklediğini ortaya koyuyor. Ancak Vance’in “Avrupa kendi güvenliğini sağlamalı” sözleri, ABD’nin bu desteği koşulsuz sunmaya niyetli olmadığını gösteriyor. Trump yönetiminin, Ukrayna meselesini Avrupa’nın sorumluluğuna bırakma eğiliminde olduğu açık. Bu da savaşın gidişatında yeni bir belirsizlik yaratıyor.

ELON MUSK VE GRETA THUNBERG ÜZERİNDEN GELEN MESAJ

Vance’in “Amerikan demokrasisi Thunberg’in eleştirilerine dayanıyorsa, Avrupa da Musk’a dayanabilir” sözleri, sadece bir espri değil, aynı zamanda net bir mesaj. Elon Musk’ın Almanya’daki aşırı sağa desteğini savunması, Avrupa’nın iç siyasetine ABD’den gelen doğrudan bir müdahale olarak okunmalı. ABD’nin, Avrupa’daki “rahatsız edici” seslere alan açma çabası, kıtadaki siyasi dengeleri zorlayacak gibi görünüyor.

YENİ BİR TRANSATLANTİK DÖNEME Mİ GİRİYORUZ?

Münih Güvenlik Konferansı, ABD’nin Avrupa’ya bakışının değiştiğini net bir şekilde ortaya koydu. Vance’in “ABD, dünyanın diğer tehlike altındaki bölgelerine odaklanmalı” sözleri, Washington’ın Avrupa’ya olan güvenlik taahhüdünü azaltma sinyali olarak okunmalı. Bu, NATO içinde ciddi tartışmaları tetikleyecek ve Avrupa’yı savunma politikalarını yeniden düşünmeye itecek bir gelişme.

Sonuç olarak, Vance’in Münih’teki açıklamaları, transatlantik ilişkilerde yeni bir dönemin kapısını araladı. ABD, artık sadece dış tehditlere karşı bir müttefik değil, Avrupa’nın iç politikalarına doğrudan müdahil olan bir aktör konumunda. Bu durum, Avrupa siyasetinde hem iç dinamikleri hem de dış ilişkileri köklü bir şekilde değiştirebilir.

Kaynak: ABC POLİTİK HABER MERKEZİ / AA / ANKA