Analiz

PKK Örneği ile Türkiye’deki İstibdat Tartışmaları

İktidar eliyle hayata geçirilen uygulamalar, demokratik kurumları zayıflatırken mutlakiyetçi bir yönetimin altyapısını hazırlamaktadır.

Abone Ol

ORTADOĞU’DA AŞİRET SOSYOLOJİSİ VE MODERN SİYASETİN İNŞASI: PKK ÖRNEĞİ İLE TÜRKİYE’DEKİ İSTİBDAT TARTIŞMALARI

YAZDAN KAYA

Fransız Yazar ve Sosyolog Olivier Roy, Ortadoğu ve Asyatik toplumlara dair çalışmalarında aşiret, kabile ve bölgesel hizipçiliğin bu coğrafyalardaki siyasal yaşamın temel dinamiği olduğunu vurgular.

Roy’a göre, etnisite ve "aşiret" kavramları, köklü ve istikrarlı bir tarihî geçmişe sahip insan topluluklarını tanımlamaz. Etnisite, salt antropolojik veya dilbilimsel bir olgu değil, devlet stratejilerinin belirleyici olduğu modern bir inşadır. Roy, ulus-devletin siyasal bir proje olarak etnisiteyi nasıl şekillendirdiğini ve hizipçiliğin siyasal bağlılık mekanizmasına dönüşerek siyasal alanı yapılandırdığını analiz eder.

Bu perspektiften bakıldığında, PKK terör örgütü de modern dönemin bir "aşiret örgütü" olarak okunabilir.

Örgüt, varlığını şiddet ve tedhişe dayandıran, ideolojik kılıfını dönemsel koşullara göre değiştiren ve feodal yapıların izlerini taşıyan bir örgütlenme modeline sahiptir. Örgüt liderine atfedilen tartışmasız otorite, bölgenin sosyolojik dokusundaki feodal ağalık sisteminin modern bir yansımasıdır. Bu durum, geleneksel yapıların siyasal alanda nasıl yeniden üretildiğini gösteren çarpıcı bir örnektir.

İDEOLOJİK DÖNÜŞÜM VE CUMHURİYET DEĞERLERİ

Teokratik otokrasilerde demokratik süreçlerin işlevsizleştirilerek "kutsanmış liderlik" kültünün ikame edildiği bilinen bir gerçektir. Bu tür rejimlerde, parçalı egemenlik alanları yaratılarak despotik eğilimler meşrulaştırılır. Örneğin, Lozan Barış Antlaşması’nın tartışmalı hale getirilmesi ve "sentetik barış" söylemi üzerinden tarafların otoriter pozisyonlarının güçlendirilmesi, bu stratejinin bir tezahürüdür.

Montesquieu, "Kanunların Ruhu Üzerine" adlı eserinde istibdat rejimlerinin güvenlik paradoksunu şöyle açıklar:

"Cumhuriyetler birleşerek güvenlik sağlarken, istibdat rejimleri kendini tecrit ederek ayakta kalır. Bu rejimler, sınır bölgelerini çölleştirip feda ederek imparatorluğun kalbini koruma yoluna gider. Geometrideki gibi: Bir cisim genişledikçe çevresinin oransal olarak küçülmesi gibi, istibdat da sınırları tahrip etmeyi meşru görür. Ancak bu yaklaşım, devletin kendi halkına reva gördüğü bir zulüm haline gelir. İstibdat, ayrılık üzerine inşa edilmiş bir sistemdir."

Türkiye’de son dönemde yaşanan siyasal gelişmeler, Montesquieu’nün tarif ettiği istibdat mantığıyla örtüşen adımlar içermektedir. İktidar eliyle hayata geçirilen uygulamalar, demokratik kurumları zayıflatırken mutlakiyetçi bir yönetimin altyapısını hazırlamaktadır. Bugün geldiğimiz noktada, "adı konmamış bir mutlakiyet" ilan edilme riskiyle karşı karşıyayız.

Bu tehlikenin önüne geçmek için ulus olarak Cumhuriyet’in kurucu değerlerine sıkı sıkıya sarılmak zorundayız. Laiklik, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi gibi temel ilkeler, bu mücadelenin mihenk taşlarıdır. Aksi takdirde, tarihsel birikimimizi ve gelecek nesillerin özgürlük umutlarını kaybetme riskiyle yüzleşeceğiz. Unutulmamalıdır ki, demokrasi bir tercih değil, zorunluluktur. Bu bilinçle hareket ederek, Türkiye’yi yeniden aydınlık günlere taşıyacak kolektif iradeyi ortaya koymalıyız.