29 Nisan 2025 tarihinde Ankara’da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) himayesinde düzenlenen "Güçlü Medya, Bilinçli Toplum Zirvesi”nde medya içeriklerinin niteliği, medya okuryazarlığı ile çocuklar, gençler ve aileler üzerindeki etkileri kapsamlı bir şekilde ele alındı ve 32 maddelik sonuç metni yayınlandı. Yayınlanan bu metinde daha önce Cumhurbaşkanı’nın şikayet ettiği sokak röportajlarına dair bir düzenlemede bulunuyor. Buna göre sokak röportajlarında yeni düzenlemeler getirilerek güçlü bir denetim mekanizmasının oluşturulması da var.
Dijital platformlar için aile dostu modüller, filtreleme sistemleri ve algoritmik şeffaflık zorunluluğun getirilmesi, yeni dizi ve film projelerinde “Toplumsal Etki Değerlendirme (TED) raporu sisteminin geliştirilerek zorunlu hale getirilmesi, “Sorumlu ve Profesyonel Yayıncılık Sertifikası” sisteminin kurularak; RTÜK Medya Akademisi çatısı altında profesyonel şekilde uygulanması, kaotik dönemlerde, sivil toplum ve medya aktörlerinin eş zamanlı “pozitif İçerik Seferberliği” ilan ederek empati ve dayanışma temalı içeriklerle toplumsal direncin güçlendirilmesi kararları ilk bakışta dikkat çeken kararlar.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Türkiye'de medya denetiminden sorumlu bir kurum olarak kurulduğu 1994 yılından bu yana, özgür basın ve ifade hakkının önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiştir. Özellikle son yıllarda artan sansür, ağır cezalar ve siyasi iktidarın medya üzerindeki baskı aracı olarak kullanılması, RTÜK'ün tarafsızlığını ve meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir.
RTÜK, teoride bağımsız bir düzenleyici kurum olması gerekirken, pratikte iktidar partisinin medya üzerindeki kontrolünü sağlamak için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Kurul üyelerinin siyasi partiler tarafından atanması, kararların çoğunlukla iktidar yanlısı bir perspektifle alınmasına yol açmaktadır. Özellikle muhalif kanallara yönelik ağır para cezaları ve yayın durdurma kararları, RTÜK'ün "denetim" adı altında sansür uyguladığını açıkça göstermektedir.
MUĞLAK GEREKÇELER
RTÜK'ün en büyük eleştiri konularından biri, belirsiz ve geniş yorumlanabilen yasalarla keyfî cezalar vermesidir. "Toplumsal değerlere aykırılık", "kamu düzenini bozma" gibi muğlak gerekçelerle, iktidarın hoşuna gitmeyen yayınlara milyonlarca lira ceza kesilmekte, hatta bazı programlar tamamen yasaklanmaktadır.
RTÜK'ün uygulamaları, Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünü doğrudan tehdit etmektedir. Gazeteciler, yorumcular ve hatta dizilerdeki kurgusal karakterler bile RTÜK'ün baskısından nasibini almaktadır. Öyle ki, bazı dizilerdeki diyalogların "siyasi propaganda" sayılması veya haber programlarında eleştirel ifadelerin "suç" kapsamına sokulması, Türkiye'deki otosansür kültürünü derinleştirmektedir.
RTÜK, artık "denetleme" adı altında siyasi bir silaha dönüşmektedir. Bu zirvede alınan kararlar RTÜK'ün sansürcü ve keyfî uygulamalarına yeni bir boyut katmaktadır.
Demokratik sistemlerde devlet, "kamu düzeni" ve "başkalarının haklarını koruma" gerekçesiyle bazı içerikleri kontrol edebilir. Ancak burada kritik olan, bu sınırlamaların:
Şeffaf, Hukuki çerçeveye uygun, Keyfî değil, nesnel kriterlere dayalı olmasıdır.
Örneğin, RTÜK'ün Türkiye'deki uygulamalarıyla, Almanya'daki medya denetim kurumlarının yaklaşımı arasında büyük fark vardır. Birinde siyasi iktidarın çıkarları ön plandayken, diğerinde (en azından teoride) hukukun üstünlüğü ve insan hakları esastır.
Demokratik toplumlar, mutlak bir ifade özgürlüğü vaat etmez; ancak sansürü de bir baskı aracı olarak kullanmaz. Sınırlamalar, ancak açık toplumun temel değerlerini korumak amacıyla ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde meşru olabilir. RTÜK gibi kurumların keyfî uygulamaları ise demokrasi değil, otoriterleşme işaretidir.