Zıvanasından çıkmış dünyada insanlığın bütününü oluşturan toplumlar, uluslar, etnik gruplar, büyüklü küçüklü tüm halklar birbirine düşürülmüş durumda.

Kendi kendini bilen ve diğerlerini tanıyan,

Burada da kavrayacaktır:

Doğu ve Batı

Artık ayrılamaz.

J.W. Goethe

Sanki insanlık bir mahşer günündedir. ‘Kültürler çatışması’, kültürler savaşı’, ‘kültürler çarpışması’. İnsanlığın içinde bulunduğu durumu betimlemek için istenilen kavram seçilebilir. Bilindiği gibi kavramın yaratıcısı Samuel P. Huntington’dır. İngilizce "the clash of civilizations" kavramının mümkün farklı Türkçeleştirme biçimleridir bunlar. Eş deyişle fark yalnızca niceldir, ayrıntıyla ilgilidir yalnızca. Fakat bu kavramlar beraber nitel bir durumu betimliyor. Günter Grass’ın bir tabiriyle belirtecek olursak; zıvanasından çıkmış dünyada insanlığın bütününü oluşturan toplumlar, uluslar, etnik gruplar, büyüklü küçüklü tüm halklar birbirine düşürülmüş durumda. Onların adına hareket eden devletler, örgütler, gruplar kelimenin gerçek anlamıyla birbirlerini boğazlıyorlar, katlediyorlar. Her türlü şiddet aracına başvurarak oluk oluk kan akıtıyorlar. ‘Kan gövdeyi götürüyor’ sözleri çoktan mecaz olmaktan çıkmış ve ne yazık ki, 20. yüzyılın sonlarından beri hakikatte karşılığı olan ve halimizi betimleyen bir kavrama dönüşmüştür.

Bu yazının amacı, Huntington’un kuramlaştırmaya çalıştığı ve Batı’da olduğu gibi Doğu’da da çok yaygın olan, Doğu’yu ve Batı’yı çok kaba bir şekilde karşı karşıya getiren ikilemci yaklaşımı eleştirmek, Doğu ile Batı ilişkisine düalist yaklaşımın günlük düşüncenin bir yanılsaması ve çarpık bilinç durumu olduğunu göstermektir.

BATI, EMPERYALİZM, İSTİLA VE ETNİK TEMİZLİK

Bugünkü Suriye probleminin 12 yıl öncesini hatırlayalım. Alman popüler Bild gazetesi, Amerika’nın bombalama harekâtını, Donald Trump’ın Suriye’de “gazla öldürülen çocukların intikamını alma” eylemi olarak duyurdu. Fakat bu intikam eyleminde de ağırlıklı olarak yine çocukların ve diğer sivillerin öldüğünü tahmin etmek zor değildi. Çocuklar, kadınlar, siviller emperyalist bir emel için sadece araçsallaştırılıyordu. Bazı hükümetler ABD’nin harekâtını desteklediklerini ve devam etmesi gerektiğini açıklıyordu.

Fakat buna karşın bölgede yaşayan insanların çoğu Amerika’nın harekâtını protesto ediyordu. Bölgeyi “kan gölüne” çevirmeye kimsenin hakkı yoktu. Fakat kan gölü büyüyor, büyüdükçe derinleşiyor. Yerle bir edilen ve korku verici bir yıkıntı haline dönüştürülen Gazze yaşanılmaz hale getirildi. Suriye işgal edilip uluslararası sermayenin serbestçe cirit attığı bir alana dönüştürülüyor. Bunun için gerekirse kitlesel katliamlar mubah görülüyor. Alevilere karşı giriştikleri katliamlarda oluşan, korku verici sahneler kaydedilerek sosyal medya üzerinden sınırsız bir şekilde yayılıyor. Amaç katliamları zorunlu göç ile de destekleyerek etnik temizlik yapmak olduğu anlaşılıyor. Benzer bir etnik temizlik Gazze’de gerçekleştiriliyor.

Etnik temizlik harekâtları başta Amerikan hükümetlerinin kararları üzerine gerçekleşmiş olsa da bölgede yaşayan birçok insan bu harekâtları da kötü ruhlu ve ilkesel olarak Doğu düşmanı Batı’nın Doğuya karşı bitmez tükenmez eylemleri olarak algılanıyor. Durum günlük bilinçte bu kaba karşıtlığın kurulmasına yol açıyor. Öyle anlaşılıyor ki istenen de bu düalist algının oluşmasıdır.

EZELİ DOĞU SORUNUNUN YENİDEN DÖNÜŞÜ

Bu günlük bilinç halinin oluşmasına sebep olan tarihsel arkaplanın anlaşılması için, Karl Marx ve Friedrich Engels’in farklı bir bağlamda fakat aynı konuda 19. yüzyılın ikinci yarsındaki durumu betimlemek için 7 Nisan 1853 tarihli New-York Daily Tribune gazetesinde yayınladıkları bir yazıda yaptıkları bir tespiti hatırlamak yararlı olabilir. Şöyle diyorlardı Marx ve Engels: “Daima eğer devrimci saldırı rüzgârı bir an için dindiyse, sürekli yeniden gündeme gelen bir sorunun ortaya çıkacağından emin olabiliriz: ezeli ‘Doğu sorunu’.” Genel olarak 1990’ların dünyada “devrimci saldırı rüzgârı” olarak adlandırılan uygarlık ve kültür bakımından ilerlemeci dalganın kesin olarak dindiği, hatta durup büyük adımlarla geriye doğru gittiği bir dönem olduğunu belirtilebilir. Öyleyse ezeli Doğu sorunu geri dönmeliydi… Ve döndü de kendisini çok bekletmeden. Doğu, oluk oluk insan ve hayvan kanının akıtıldığı, doğanının katledildiği, uygarlık tarihi boyunca yaratılan kültürün tahrip edildiği kan gölüne dönmüştür yeniden. Bu adeta Doğu’nun “kaderi” olmuştur.

Ezeli Doğu sorunu! İtalyan filozofu Antonio Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nde işaret ettiği gibi, Batı’nın Doğu üzerinde ilk hâkimiyet kurma çabası, Carolus Magnus dönemine, yani ta 8. yüzyılın ortalarına kadar gerilere gider. Yirminci yüzyılın sonunda aslında “ezeli Doğu sorunu”nun yeniden gündeme gelişini duyuran Huntington, başlığında türetmiş olduğu kavramı kitabında şöyle diyor: “Bu dünyada en sert, en önemli ve en tehlikeli çatışıklıklar, toplumsal sınıflar, zenginler ve yoksullar veya ekonomik olarak tanımlanmış başka gruplar arsında değil, tersine farklı kültürel birliklere ait halklar arsında yaşanacaktır.”

HUNTİNGTON’IN VAHŞETE ÇAĞRISI

Huntington’ın bu belirlemesi, Doğu’da ve Batı’da aynı zamanda çok yaygın olan, ilişkilerine ikilemci yaklaşımın günlük bilinçteki halinin kuramlaştırılmaya çalışılmasıdır. Aynı yerde şöyle diyor Huntington: “Bu yeni dünyada yerel politika etnikliktir, dünya politikası kültür halkalarının politikasıdır. Büyük güçlerin rekabetinin yerini kültürlerin çatışkısı almaktadır.” Bu durumu Batı için bir ölüm kalım meselesi olarak değerlendiren Huntington, “Amerikalılar”a şu çağırıda bulunuyor: “Batı’nın hayatta kalması, Amerikalıların kendi batılı kimliklerini güçlendirmesine ve Batılıların kendi kültürlerinin biricik olduğunu, fakat evrensel olmadığını kabul etmelerine ve bu kültürü yenilemeleri ve batılı olmayan toplumların karşısında korumak için birleşmelerine bağlıdır.”

Huntington’ın bu sözleri Oswald Spengler’in 20. yüzyılın başlarında türettiği “Batı’nın çöküşü” kavramını andırıyor ve aslında kavramın en geniş anlamında başta Doğu’ya karşı olmak üzere tüm batılı kültürlere karşı bir savaş çağrısını içeriyor.

GOETHE Mİ YOKSA KİPLİNG Mİ?

Her şeyden önce, yaratılan sözüm ona uzlaşmaz Doğu-Batı karşıtlığı çok kaba ve soyut bir izlenimden başka bir şey değildir. Bu yanılsama birçok bakımdan bir manipülasyon veya hileli bir yönlendirmenin eseridir. En azından ne tek bir Batı ve ne de tek bir Doğu ile karşı karşıya olmadığımızı kesin olarak biliyoruz. Ne Doğu’dan bağımsız bir Batı ne de Batı’dan bağımsız bir Doğu vardır. Yazının girişinde ithaf olarak Goethe’den aktardığım dörtlük, büyük olasılıkla Batı-Doğu Divanı başlığı altında toplayıp, ilk olarak 1819 yılında yayınladığı şiirler kapsamında kaleme alınmış ve ancak ölümünden sonra yayınlanmıştır.

Dörtlükte Goethe, fiziksel olarak zaten bütünsel olan dünyanın kültürel olarak da bütünlüklü düşünülmesini gerektiği belirtiyor. Diğer bir deyişle Amerika’nın Nobel edebiyat ödülü almış şairi Joseph Rudyard Kipling gibi “Doğu Doğudur, Batı Batıdır” deyip, Doğu ile Batı’nın hiçbir şekilde ve hiçbir zaman biraraya gelemeyeceğini ileri sürerek, “Beyaz Adamın” emperyalist hayallerini kışkırtmak için sanatı kötüye kullanmak yerine; Goethe yukarıda aktardığım dörtlükte Doğu’nun ve Batı’nın ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğundan ve ayrılamaz olduğundan hareket ediyor. O yıllarda Amerika’nın başkanı olan Roosevelt, Kipling’in şiiri için ‘kötü şiir, fakat yayılmacı politikalar için iyidir’ dermiş.

NİETZSCHE VE KIPLING: VAHŞİ SARIŞIN VE BEYAZ ADAM

Kipling’in “Beyaz Adamın Yükü” adlı emperyalist yayılmacı politikaya çağıran şiirinde Friedrich Nietzsche’nin örneğin Ahlakın Köken Öğretisi Üzerine adlı kitabında dillendirdiği “sarışın vahşi hayvan” sloganının alttan alta çalıştığını görmemek mümkün değildir. Şöyle diyor Nietzsche:

“Bu nedenle tüm bu seçkin ırkların yırtıcı hayvanının, gösterişli, ganimet ve zafer hazlarının peşine takılmış sarışın vahşi hayvanın tanınmaması mümkün değildir; bu saklı nedenden dolayı zaman zaman boşaltılması gerekmektedir, hayvanın yeniden dışarı çıkması gerekmektedir, vahşete geri dönmesi gerekir; Romalı, Arap, Cermen, Japon soyluları, Homeros’un kahramanları, İskandinav Vikingleri – bu gereksinim bakımından hepsi aynıdır. Gittikleri her yerde tüm izlerinde ‘barbar’ kavramını geride bırakanlar seçkin ırklardır.”

Nietzsche burada kendi jargonunda halkların uluslararası dayanışmasının karşısına tüm toplumların üst tabakasına ait sözüm ona seçkinlerin uluslararası dayanışmasını koyuyor –ki aslında bu mümkün değildir, çünkü “yırtıcı hayvanların” işbirliği ganimet elde edilinceye kadar sürer. Karşıt yerler yakılıp yıkılınca artık ganimete dönüşmesi ve parçalanıp bölüşülmesi gerekir. İşte, tam da bu nokta da “vahşi hayvan”ların birbirleriyle ganimet uğruna önce hırlaşmaları ve sonra birbirleriyle ‘it dalaşı’ başlar. Bu, ta ki ganimet tükeninceye kadar sürer.

Nietzsche’nin bu önerisini her toplumun sözüm ona seçkinlerinin sözcüleri kendi toplumlarına uyarlar. Bu nedenle Nietzsche tüm toplumların ve kültürlerin seçkinlerinin vazgeçilmez ortak hareket noktasıdır. Fakat birbirleriyle veya birbirleri için değil, birbirlerine karşı, birbirlerini yağmalamak için. Bu, birbirlerine karşıtlık, halklar için çekilmez, katlanılmaz bir cendereye dönüşür hep. Bunun çok iyi kavranması ve açıklanması gerekir. Kipling, Nietzscheci bakışı Amerikan şiirinde temsil ediyor. Friedrich Hayek gibi neoliberal iktisat teorisinin temsilcileri bunu iktisat kuramına uyarlıyor.

GOETHE’DEN BRECHT’E BATI’NIN ÖZGÜRLÜKÇÜ İNSANCIL YÜZÜ

Buna karşın Goethe diğer Batı’nın sesine Tercüman olur. Halkların ve kültürlerin kardeşliğini temellendirir. Burada diğer Batı’nın sesine tercüman olmak demek, nereden ve kimden gelirse gelsin, her türlü yayılmacılığa karşı olmak demektir. “İyi Geceler!” başlığını taşıyan şiirinde ebedi barış arzusunu da dile getirdiği bir dörtlükte şöyle der Goethe:

Tanrınındır Doğu!

Tanrınındır Batı!

Kuzeyli ve güneyli toprak

Duruyor onun ellerinin barışında.

Burada Doğu’nun ve Batı’nın Tanrının mülkiyeti olarak tanımlanması, aslında tüm dünyanın tüm insanlığın ortak mülkiyeti olarak tanımlanması anlamına gelmektedir. Mevlânâ’ya adamış olduğu ve “Celâleddîn-i Rûmî” başlığını taşıyan şiirinde ise kendini beğenmiş Batılılara seslenir ve Doğu’da ve Batı’da aynı zamanda ve aynı şekilde yaygın olan nefreti eleştirir. Şöyledir dörtlük:

İtiraf edin! Doğu’nun şairleri

Büyüktür biz Batı’nınkilerden

Ama onlara tamamıyla ulaştığımız,

Bizim aynımız olanlara nefrettedir.

Bilindiği gibi Goethe, bu nefret sarmalından çıkılması için üzerine düşen entelektüel ve politik görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Bir Alman olarak Lessing, Bilge Nathan’da yüzyıllardan beri dışlanmış ve horlanmış Yahudileri tanımaya ve onlarla barış içinde yaşamaya çağırırken; Goethe Batı-Doğu Divanı’nında Doğu’yu tanımaya ve Doğu kültürleri ve başta İslam olmak üzere tüm inançlarla barışık olmaya ve bir arada yaşamaya çağırır.

Bertold Brecht’e kadar uzanan ve halkların bugün her zamankinden daha çok sahip çıkması gereken barışçı, özgürlükçü ve eşitlikçi gelenek budur ve bu gelenek bizde Nazım Hikmet’e tekabül eder. Bu büyük ve çok daha derinden akan gelenek bugün hâkim politikanın dışında olduğu, yani muhalif olduğu için, sesi geniş halk kitleleri tarafından duyulamıyor. Algılanan, ne yazık ki, Kipling ve onun çizgisinde olanların sesi ve doğrudan yıkıcı sonucuyla karşılaşılan Huntington ve onun çizgisinde olanların politik edimidir.