Savaşın mağdurları olan siviller içinde, çocuk ve kadınların en yıkıcı sonuçları yaşaması ne yazık ki savaşların trajik doğası içinde en kabul edilemez durumdur

Tarihte ve özellikle yüzyılımızda mağdur olan “çocuklar”, ortaya çıkmasında hiçbir paylarının olmadığı savaşlardan, çatışmalardan, bölgesel ve "küresel düellolar”ın vekalet hesaplaşmalarından en çok etkilenen, dünyaya gelme tercihleri kendilerinde olmayan mağdur sivillerdir.

Savaşın yıkıcı sonuçları dünyada büyük oranda zorunlu nüfus hareketlerine yol açarken, savaşın yol açtığı “mültecilik” dünyada büyük sorunlarla karşılaşmakta ve bu nüfus akışı, kaos içinde travmatize olan savaşın yok edici ve yıkıcı sonuçlarını en ağır şekilde yaşayan “kayıp kuşak” gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.

I. Dünya Savaşı yıllarına denk gelen bu kavram, savaşın yıkıcı sonuçlarının travmalarını yaşayan, savaşta sağ kalan bu kuşağın yaşamda kalmanın bedelinin ağırlığı altında ezilmesine işaret etmektedir. F. Scott Fitzgerald “kayıp kuşak” için; “büyüyüp de bütün kutsalların ölmüş, bütün savaşların verilmiş, insanoğlunun bütün inançlarının sarsılmış olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalan bir nesil” demiştir.

Bu yüzyıl, bu tanıma uygun gerçekliğin yaşandığı süreçlerden âdeta hiç kopmamaktadır. Bu konuyla paralel olarak en son Suriye’nin alevlendirilmesi ve adeta “taş devri”ne çevrilmesi sonrası bu eksendeki “çocuklar” ve “kadınlar” ile ilgili sorunları içeren birçok çalışma yapılmıştır.

Ayrıca son Filistin-İsrail çatışmasında, Gazze’de Filistinli çocukların yüz yüze kaldıkları ölüm ve korku dehşeti, yine bu yüzyıl uygarlığının ahlaki düzeyinin ne kadar çürümüş ve çökmüş olduğunun işaretidir.

Bu insani trajediyi ifade etmeye çalışan çalışmalardan biri de, mültecileri konu alan ve belgesel bir film kategorisinde de düşünülebilecek olan Lübnan yapımı 2018 çıkışlı “Kefernahum” (Capharnaüm) filmidir.

Bu filmin yönetmenliğini ise Nadine Labaki yapmıştır. “Kefernahum” (Capharnaüm), İncil’de geçen olaylar dizisinde lanetlenmiş bir köyün adı olup, kaos, karmaşa ve cehennem anlamındadır ve yıllarca süren savaşların yorduğu o ünlü kozmopolit Beyrut’un, harap, bitap ve kaos hali, bu politik kameradan kaçmamakta…

Yine aynı filmde, Suriye savaşıyla birlikte Beyrut’a sığınmış biri Suriyeli, diğeri de Etiyopya göçmeni bir kadın üzerinden, savaşın, özellikle de aileler ve bunun mağdurları olan çocuklar ve kadınlar üzerindeki etkisi vurgulanmıştır. Filmde Zain adlı bir çocuğun, Etiyopyalı kadın olan Rahil ile mağdurlar dayanışması örneğini görürüz. Savaşın yol açtığı mülteciliğin sonuçları olan yersizlik, yurtsuzluk, yoksunluk, kimliksizlik, yabancılaşma ve her türlü istismara açık olma halini dokümantasyon niteliğindeki bu çalışmada görürüz.

Doğaldır ki, bu dayanılmaz varoluşa mahkûm olmuş mültecilerin, yaşama savaşı ve uğraşı, bu yapıtın ana temasını oluşturur. Bu filmde seçilen aktörler de gerçek hayattan alınmıştır.

Travmalar savaşını sahici bir şekilde perdeye aktaran yönetmen, merkeze sokakta keşfettiği Suriyeli mülteci çocuk Zain Al Rafeea’yı taşıyarak onun yaşadığı yoksulluk, yurtsuzluk ve kimliksizlik durumunu vurgular ve çocukların yaşadığı gerçekler bu film üzerinden anlatılır. Zain, cehenneme dönmüş olan bu coğrafyada her şeyi sorgulayarak "Beni niye dünyaya getirdiniz?" diyerek ailesini dava etmesi noktasına gelmesi, yaşadığı travmanın ve ailesel dramın boyutlarını gösterir.

Filmin yönetmeni ve senaristi Nadine Labaki, filmi için şu düşünceleri ifade etmektedir: “Çocuklar, gerçekten çatışmalarımız, savaşlarımız, sistemlerimiz, aptalca kararlarımız ve hükümetler için çok yüksek bir bedel ödüyorlar. Bu çocuklar konuşabilseydi ya da kendilerini ifade edebilselerdi, ne derlerdi? Onları görmezden gelen bu toplum bize ne söylerdi?” diyor.

Ve Zain’in ailede gördüğü şiddet ve bir çocuk olarak omzuna yüklenen hayatın, onun sürüklendiği suç ve sonrasında mahkeme duruşmasına yansıyan ifadelerde şunları görmek mümkündür: Zain’e şu sorular sorulmaktadır: “Neden ailene dava açtın?” “Beni dünyaya getirdikleri için.” “Onlardan ne istiyorsun?” “Bir daha dünyaya çocuk getirmemelerini” şeklinde cevap verir.

Savaşın mağdurları olan siviller içinde, çocuk ve kadınların en yıkıcı sonuçları yaşaması ne yazık ki savaşların trajik doğası içinde en kabul edilemez durumdur.

Nadine Labaki, bu film üzerinden tüm insanlığa bir mesaj vermeye çalışıyor ve onları vicdani bir sorgulamaya davet ediyor. Filmin görünen en büyük etkisi başrol oyuncusu olan mülteci çocuk Zain’in bir Norveç kimliğine ve pasaportuna kavuşması ve bir okula da başlamasıdır.