Her şeyin bakanlığı var da Fahrettin Altun’a bağlı çalışan o devasa yapıya karşı CHP’nin bir gölge propaganda bakanlığı yok mu?
Sırrı Süreyya Önder’in vefatının ardından AKM’deki veda sonrasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e menfur bir saldırı gerçekleşti. Mütecavizin “Osmanlı çocuğuyum” diye bağırdığı bilgisi yayıldı hemen. Yukarıdan aşağı birçok parti görevlisi televizyonlara bağlandı, saldırıyı telin etti. Konuşmaların arasında saldırganın söylediği sözleri de tekrarladılar.
E ne oldu şimdi? "Osmanlı çocuğuyum" sözü Cumhuriyet tarihinin ve devrimlerinin reddi anlamına gelirken, buna karşı bir argüman geliştirmek gerekirken neden tatmin edici bir şey söylenemedi? Her şeyin bakanlığı var da Fahrettin Altun’a bağlı çalışan o devasa yapıya karşı CHP’nin bir gölge propaganda bakanlığı yok mu?
Bakanlık diyorum zira Altun’a bağlı çalışan İletişim Başkanlığı birçok bakanlığın bütçesinden daha büyük bir imkana sahip. Yani bir gölge İletişim Başkanlığı kurulması gerekmiyor mu? Televizyonlara bağlananların kararlaştırılan bir tema etrafında dönmesi gerekirken telin ve sair şeylerle bu mütecaviz olayı değerlendirmek, profesyonel futbol öncesi bütün futbolcuların topun peşinden koşması yani sistem ve taktiklerin oluşmadığı zamanlardaki gibi sanki. Olan bir şeye ikna etmek iş değildir, önemli olan siyaha beyaz, beyaza siyah dedirtmektir. İşte propagandayla bunu yaparsın. Burada etik yoktur, etiğin siyasetle de bir alakası ol(a)mamıştır zaten.
ETİKTE İDEALİST YAKLAŞIM
Etikte İdealist yaklaşım siyasetin birtakım değerlerle yapılmasını savunur. En iyi örneğini Makhiavelli’de bulan Realist yaklaşım ise siyasetin değerlerle değil güç ve çıkar ilişkileriyle yürüdüğünü söyler. Bu yaklaşımların uluslararası ilişkiler teorilerinde de çatışmaları var ama mevzu bu bağlam değil.
Deontolojik yaklaşım ahlak ilkelerinin her zaman ve her yerde geçerli olduğunu, bunun siyaset için de uygulanması gerektiğini savunur. Kant’ın derdiyse bambaşkadır. “Diyelim ki Tanrı yok o zaman bir ahlaka ihtiyacımız yok mu” diye kısaltacağımız şekilde, ahlakı dini referanslardan çıkararak ayaklarını yeryüzüne basar. Öne çıkan teoriler aşağı yukarı bunlar. Seç, beğen, al.
TARİHTEN PROPAGANDA ÖRNEKLERİ
Propaganda tarihinde sofistlerin yeri sözün ikna gücünü kullanmaları bakımından bir milattır. Sözün Kutb-ül-aktâbı Sokrates, Antik Roma düşüncesinin doruk noktalarından Cicero, savaşmadan kazanmanın yolunu söyleyen Sun Tzu, Makhiavelli’nin selefi Kautilya bu noktada isimleri anılması gereken köşe taşlarıdır.
Moğollar savaşta yarattıkları korkuyla psikolojik harbin ana kurallarını koymuştu. Casus olarak da kullandıkları tüccarlar kanalıyla Pazar ve sair yerlerde Moğolların zulmüne dair sözler yayıldı. Teslim olmayan topraklara yaptıkları inanılmaz işkenceler nedeniyle birçok yer savaşmadan teslim oldu. Psikolojik harbi üst noktaya taşıyorlar korkuyu yaymak için mancınıklarla parçalanmış cesetler fırlatıyor, paniği arttırıyorlardı.
Papa XV. Gregory kilisedeki karışıklığa karşı “the Congregation for the Propagation of the Faith” i kurmuştu. 30 yıl savaşlarının mezhep çatışması sürecinde kurulan Palazzo di Propaganda Fide’nin kendileri açısından herhalde bir faydası olmuştu.
Napolyon bize karşı yaptığı Mısır seferine yüzlerce bilim adamıyla gidiyor, sıkça gördüğümüz “Prens Charles gizli Müslümanmış” gibi söylentileri ondan çok önceleri kendisi için yayıyordu. Mukavemet istemiyor. Bir anlamda aslında "Ben de sizdenim" diyordu.
PROPAGANDA VE HALKLA İLİŞKİLER
Propaganda özellikle 2. Dünya savaşında ve sonrasında totaliter devletler tarafından acımasızca kullanılınca kavram korkulan bir yön almış, işte bu süreçten sonra halkla ilişkiler adlandırılmasıyla yeni bir bilim ortaya çıkmıştı. Nerede propaganda nerede halkla ilişkiler, bu belirsizleşiyor, birbirine karışan düğümler oluşuyordu sanki.
Propagandada birey kadar kolektif bilinçaltı ve hatta psikomitoloji önem gösterir. Birey ve toplumu etkileme söylem üzerine kurulu, kısa ve uzun erimli bir yoldur. Kısa yol da uzun olan yola ya da nehre doğru akmalıdır. Yoksa bir sürü abuk-sabuk söz karmaşası olur. Bu noktada da inandırıcılık yok olur, söz karmaşası altında hedef kitle paralize olur tabiatıyla. Yine tabiatıyla bu durumda başka bir nehre doğru yol alması da işten değildir yani.
BULANIK MANTIKTAN TERSTEN PERSPEKTİFE
Azeri asıllı Amerikalı matematikçi Lütfi Aliasker Zade’nin ortaya attığı “Fuzzy” yani "bulanık mantık" adında bir kavram var. 0-1 o mu, bu mu gibi iki seçenek arasında belirsiz, kararsız yönleri ifade eder.
Ondan daha önce Gödel de bunun benzerini matematik alanında öne sürmüş, matematiksel kesinliğin olamayacağını “eksiklik teoremi” ile öne sürmüştü.
Ama onlardan en önce de Max Planck kuantum kuramıyla bu tür düşüncelerin yolunu açmış Einstein bunu geliştirmiş, Schrödinger kedi deneyiyle buna karşı bir teori ortaya atmıştı. Schönberg atonal müzikle, Miles Davis caz müziğinde notanın dışına çıkarak, geziniyor küçük merkezler oluşturuyordu. Brunelleschi özne bakışını resme uygulamış hümanizm ile başlayan bilgide öznenin merkeze konulmasına bir katkı yapmıştı.
Sonrasında rönesans ile bu gelişti tabiatıyla. Florenski “Tersten perspektif” kuramıyla bir tablodaki çoğul özne bakışlarını gösterdi. Karmaşık gibi duran -evet yine karmaşıktır- ama parçalı baktığında fark ortaya çıkmaktadır.
POSTMODERNİZME GİDEN YOL
Postmodernizme giden yol açılmış, teklik ve onun etrafında oluşan küçük tekler düşüncesi yıkılmaya başlamış Borges’in haritası gibi insanlık bütün nefeslerle birlikte dünya üzerinde görünmeye başlamıştı. Artık tarihte büyük adamların, savaşların hikayesinin yazılmasına karşı sosyal tarihe ve küçük adamlara -ama Reich’in söylediği değil elbet- yönelen onların satır aralarında kalan hikayelerine odaklanan Annales okulu ortaya çıkmıştı.
Foucault’un söylemin inşası kavramı bütün bereketiyle sosyal bilimleri harekete geçirmiş, Said oryantalizme metin analizi yoluyla yeni bir boyut getirmişti. Oryantalist analiz ilk değildi elbet, ondan önceleri Enver Abdülmelik gibileri vardı ancak metin analiziyle söylemi faş etme, işte bu yeniydi.
Sonra yine bu çoğulcu akış üzerinden Queer ve LGBT vb. akımlar ortaya çıkmış Butler vb. gibiler tarafından cinsel kimliklerin de söylem üzerinden inşa edildiği ortaya konmuştu. Bu bakımdan Beauvoir’in yazıldığı zamanlar feminizm açısından bir dönüm noktası olmuş “İkinci cins” kitabı da hedefe konmuştu. Öyle ya söylem cinsiyetleri inşa ediyorsa ikinci cins de verili değil o da yapıntı bir şeydi hani.
PROPAGANDANIN DORUK NOKTASI: HITLER VE GOEBBELS
Yani o belirsiz daha çeper haline gelmişleri de propaganda sürecine eklemek gerekiyor, makro hedeflere ulaşmak için mikronun analizi önem kazanıyordu. Günümüze gelmeden önce son olarak propagandada doruk noktası kabul edilen Hitler ve Goebbels’i biraz da olsa yazmak gerek.
Almanlar ilk dünya savaşının yenilgisinin ardından büyük tazminatlar ve aşağılanmalara maruz kalmış, bir daha belini doğrultamayacak hale gelmişti. Hitler Versay’ın acısının milletinde çok büyük olduğunun farkındadır.
Fransa’yı işgal ettiğinde anlaşmanın yapıldığı vagonda Fransa’nın teslim belgesi imzalanır, sonrasında vagonu söktürdüğü ya da yaktırdığı söylenir. Bu propaganda da olabilir. Zira anlaşma Versay Aynalı salonda yapılmıştır. Hitler ulusal acısını böyle bir hikayeyle de kaşıma yolunu tercih etmiş olabilir yani.
Aynısını Sevr yoluyla bize de yapmak istemişler ancak Mustafa Kemal önderliğinde organize olan millet bu planı bozmuştu.
Yani yıllardır istihzayla “Almanlar yenildi biz de yenik kabul edildik” ifadesinin öyle çok da mavraya alınacak bir şey olmadığı görülmüş, dünya savaşında kendileri de bir hayli tahribat görmüş olan İngiltere ve diğer ülkeler karşımızda darmadağın olmuştu. Almanlar gibi öfkemizi içimize atmak değil onlarla çarpışmak yolunu izlemiştik.
NAZİLERİN "BÜYÜK YALANI"
Hitler ve Nazilere göre aslında savaşta galiplerken bir anda Yahudi komplosuyla masaya oturmuş, yenik olduklarını kabul etmişlerdi.
İşte büyük yalan buradan başlıyor, Yahudiler giderek daha da hedef tahtasına oturuyordu. Elhak onların Alman sanat, ekonomi ve siyasetinde inanılmaz bir tahakkümü vardır. Bunun bir karşıtlık üretmesi de normaldir yani. Ama Naziler bunu düşmanlığa ve giderek soykırıma (ibr. shoah) vardırmışlardı.
Yahudi düşmanlığının kadim bir tarihi var doğrudur. Mesela göğüs köşelerine Davut yıldızı takma zorunluluğu 1215 Lateran konsilinin aldığı karardır. Yani aslında bizim söylediğimiz “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” sözü aslında bizden çok Yahudiler için geçerlidir. Tarih boyunca zulüm görmüş bir millet, kendilerine yapılanlarla miskal-i zerre alakası olmayan Araplara patlamıştı.
Radyo ilk çıktığında bizim şimdilerde sık sık gördüğümüz gibi çok pahalıydı. Propagandanın teknoloji yoluyla iletilmesi tabiatıyla milyonları etkilediği için, Naziler radyonun yaygınlaşması amacıyla fiyatları neredeyse bedava haline getirir. Her eve girmesi modernliğin (?) bir göstergesi olması gerekirken sokaktaki şiddetin sözleri programlarla imal ediliyordu.
Goebbels propagandanın başındayken sinemayı da kontrol ediyor, sevgililerini de meşhur aktrislerden seçiyor aileye önem veren, sigara içmeyen vejetaryen Hitler ona iyi bir zılgıt çekiyordu. Sıradan insanı haberler ve filmler üzerinden vahşileştiriyor, Alman aşağılık kompleksini üstünlüğe çeviriyor, kontrolsüz bir güç ortaya çıkarıyordu. Dönemin ünlü sinemacıları Fritz Hipler ve Leni Riefenstahl çektikleri belgesel vb filmlerle ön plana çıkıyorlardı.
KORKU REJİMİN ANA DİREĞİDİR
Hakikaten de ilk yıllar büyük galibiyetlerle ulusal onurları gıdıklanmış, toplum giderek daha da sertleşmişti. 1. Dünya savaşından beri bir türlü düzelemeyen ekonomileri Hitler’in Yahudilerin mallarına el konulması, işgal edilen yerlerin ekonomilerinin kendilerine kayması, Yahudilerin bedava ve zorla çalıştırılmasıyla görece bir refah artışı yaratmıştı.
Silah ve inşaat sanayi sayesinde Almanların işsizlik sorunu da çözülmüş, Nazilerin propagandasının aslında ne kadar haklı olduklarını onlar açısından ortaya çıkarmıştı. İnanılmaz gücü olduğu söylenen Gestapo koca bir bölgede birkaç kişiyle kontrolü sağlıyordu. Korku ve “sippenhaft” yani akraba sorumluluğu nedeniyle ihbarlar çok oluyor Gestapo da çok fazla koşturmaya gerek görmüyordu.
Hans Fallada’nın romanından uyarlanan 2016 yapımı “Alone in Berlin” filmi gerçek bir hikâyeden esinlenmiştir. Karı-koca Hampel çifti Hitler’in çılgınlıkları nedeniyle savaşta ölen oğullarının üzüntüsü ve öfkesiyle küçük kartvizitlere rejim aleyhtarı şeyler yazarak apartmanlara ve sair yerlere koyarlar. Notları görenler o kadar korkar ki koştura koştura bunları Nazilere teslim ederler. Korku rejimin ana direğidir yani, her şey gönüllü de olmuyordur hani.
SİGARA SATIŞLARI VE KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Freud’un yeğeni Bernays propaganda ve halkla ilişkilerde bir köşe taşıdır. American Tobacco Philip Morris’in ardından tütünde önemli bir şirketti. Markası Lucky Strike’nin satışlarını arttırmak derdindeydi ancak nüfusun neredeyse yarısı olan kadınlar sigara pek içmiyordu. Araştırmaları neticesi bir reklam stratejisi oluşturur. Stratejinin teması “Kadınların özgürlüğü” üzerine kurulur. 1929 Paskalyası harekâtına başlar. Fotografçı ayarlanınca kadınlar sigaralarını açık alanda yakarak yürürler, gösteri başlar. Hanımların umuma açık yerlerde sigara içmesi hem ayıp hem de para cezası vardır. Bu gösteri bir devrim olur. Sigara özgürlükle eşleştirilmiş, ataerkil düzene başkaldırma vb. alt metinlerle her nabızdan kadının sigaraya teveccühü oluşturulmuştu. Filmlerde ve moda sayfalarında bunun izleri ortaya çıktı. Şuh kadın ya da femme fatale uzun sigara ağızlıklarıyla cinsel mesajlar da veriyordu. Sigara içme özgürlüğü erotik bir anlam da kazanmıştı yani.
CAMBRIDGE ANALİTİCA VE PSİKOLOJİK PROFİL
İşte burada yeridir artık Cambridge Analitica'ya (C.A) geleyim. 2000’li yıllarda Facebook kullanıcıların kişisel bilgileri CA’ya verilir. Datalar Global Science Research şirketi tarafından psikolojik profil oluşturmak bakımından kullanılır.
Aslında kapitalizmin ihtiyacı olan şeyleri tespit edip bunları reklamlar ve sair şeylerde kullanmak amacıyla yola çıkılırken zaman içinde işin içine siyaset girer. Kıyamet buradan kopar işte.
2018’de Christopher Wylie adında bir çalışan tarafından bu durum ifşa edilir. 2010 “Social Network” filminde de gördüğümüz gibi Harward’daki diğer arkadaşlarından çaldığı fikri uyguladığı için mahkemelerde hesap veren Zuckerberg yine bir şeyle suçlanmış senato önünde ifade vermişti. Birkaç milyarlık para cezasına çarptırılan Facebook daha az miktara anlaşıp parayı ödemiş ancak CA bu durumdan kurtulamamış iflas etmişti.
Ama olaylar burada bitmemiş, siyasi kısım da ortaya çıkınca esas çalkantı o zaman olmuştu. Trump’ın 2016 başkanlık seçimlerinde ve Brexit sürecinde bu sistemin kullanıldığı söyleniyordu. Facebook verileriyle kişilerin eğilimleri tespit ediliyor, buna uygun gönderileri görmesi sağlanıyor ve bu şekilde siyasi fikri üzerinde etki-manipülasyon yapıldığı iddia ediliyordu. Zaten 2003 yapımı “Reality” filminde de işlendiği gibi Rusların seçim sürecine siber müdahalesinin iddia edilmesi de büyük bir rahatsızlık yaratmışken bir de bunun ortaya çıkması gerilimi tırmandırdı.
2023 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ
Ülkemizde Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanlığı adayı Kemal Kılıçtaroğlu CA’nın burada kullanıldığını belirtti. O seçimlerde ve daha sonra da bu sistemin kullanıldığını düşünüyorum.
Yani şirket kapansa dahi mutlaka data işleme yöntemi know how başka bir yere aktarılmıştır. Halen adrese teslim içeriklerin gönderildiğini sosyal medyada görüyoruz. Bunu yapay zekâ veya algoritma diye açıklıyorlar, ama öyleyse bile bunun daha önceden iyi bir şekilde yapmış olandan alınmadığını nasıl bilebiliriz. Adının değişmesi bir şey ifade etmiyor yani.
"OSMANLI ÇOCUĞU"NUN İÇERDİĞİ SET
Artık hedef kitlesi radyo günlerinin o masum insanları değildi. “Öpüştük hamile miyim acaba” soruları çok komiktir yani. Farkındalığın, kendilik bilincinin homo sapiens-sapiens gibi daha da arttığı bir dönemde hedef kitleye yönelik mesaj da değişmek zorundaydı herhalde.
Bu kadar tarihten sonra yukarıdaki “Osmanlı çocuğu” mevzusundan devam edeyim.
Bu ibare aslında bir setle birlikte geliyor. İçeriğinde aslında söylemediği Lozan ihaneti, hakikatte bir kurtuluş savaşının olmadığı, padişahı halletmek için böyle bir polim çevrildiği bu şekilde batının istediği bir rejim gelerek Müslümanlığın yok edildiği, Selanik dönmelerinin yeni bir tarih yazdığı hatta bu uğurda Kût'ül-Amâre zaferinin dahi tarihten silindiği ve sair iddialar var.
Yani o, camileri ahır yaptılar, zorla şapka taktırdılar hikayesinden farklı yeni bir tarihle bizi kandırdılar var.
Bu yukarıda Naziler vesilesiyle yazdığım ilk dünya savaşındaki, “Aslında kazandık Yahudi ihanetiyle masada yenildik” iddialarına ne kadar da benziyor.
KURTLAR VADİSİ, AHMET DAVUTOĞLU VE YENİ OSMANLICILIK
Bunları çok eskilerden beri yaparlarken Kurtlar Vadisi dizisi eliyle bir de Ahmet Davutoğlu tezi Yeni Osmanlıcılık eklendi.
Cumhuriyet korkak bir dış politika yürütmüş, ama eskiden hükümran olduğumuz yerler adaletimiz için bizleri bekliyordu. Yani öyle Cemal Paşa’nın Aliye mahkemesi olmamış -hadi Gertrude Bell, Lawrence hikayelerini geçeyim- Baas partisi ve ideolojisi hiç yayılmamış sanki Araplar bizleri iştiyakla bekliyorlar.
Yukarıda söylediğim Cumhuriyet karşıtı ihanet iddialarını dış politikada tamamlayan hattı işte bu dizi çizdi.
Şimdilerde mafyaların artmasını o zamanlar bu diziyi izleyen çocukların büyümesine bağlıyorlar. Doğrudur ama işte "Osmanlı çocuğuyum" diyen insanları tamamlayan da Kurtlar Vadisi oldu. Üstüne, özel bir yasası olan İstiklal marşımız dizide ilahi biçiminde okunmuş, buna herhangi bir soruşturma açılmamıştı.
Sosyal medyada bu tür paylaşımlar yapanlara kuvvetli bir cevap geldiğini gördüm, yüzüne far tutulmuş tavşan gibi kalıyorlar. “Türküm diyemediğin için Osmanlıyım diyorsun”. Bu hakikaten çok kuvvetli, vurucu bir karşı koyuş. Ardından gelen Osmanlının bir aile olduğu, ailenin daha büyük olan Türklüğün bir parçası olduğu söyleniyor, bu da o safsatayı kuvvetli bir şekilde sarsıyor.
SOKAK VE KAHVEHANE HAKİMİYETİ
"Biz sosyal demokrat partiyiz Gramschi’nin hegemonya kavramından mülhem, onların kavram setleriyle konuşmayız" diyebilirsiniz elbet. Bu durumda Atatürk milliyetçiliğindeki Türklüğün tanımının ne olduğuna bir daha bakmak kafidir sanıyorum.
Saldırıyı yapan kişinin hikayesini öğrenince ülkemizin her yerinin bir mayınlı arazi olduğunu öğrendik. Bu konunun gündemden hiçbir şekilde düşmemesi gerekir. Korkuyla eşleştirilen her şeyin etkisi büyük malum. Buradaki de sokakta her an karşılaşabileceğin bir şeydir, yanlış zamanda yanlış yerde olmak herkesin başına gelebilir yani. Diri tutulması gereken önemli bir tema olduğu ortada.
Yine saldırganın çocuklarını öldürmüş olması, ailesinden kimsenin kendisiyle görüşmek istememesi, onu lanetlemeleri konusu. Kutsal aile gibi kadim zamanlardan beri insanı bir arada tutan ona anlam veren şeylerden en önemlisinin arızalı durumu gibi birçok tema var.
Olaya, devlet içindeki bir organizasyonun yapılmış saldırısı ve sair şeylerle yaklaşılması esas itibarıyla zaten korkuda olan bürokrasiyi daha da sindirecektir. Bürokrasi güçlünün yanında olur zira. Yani esas önemli olan "Osmanlı çocuğuyum" ile ifadesini bulan söylem alanını kaçırıp mukavemeti eylem alanına çevirirseniz bu işin sonunda psikolojik kayıptan başkası yoktur.
İktidar işte tam da burada kurulur. Sokak ve kahvehane hakimiyeti Demirel’in yıllar önce söylediği gibi sözü çoğaltanların eliyle olur.
HER OLAYA ÖZGÜ TEMA VE MESAJLAR
Hasılı gölge propaganda bakanlığı kurularak her olaya özgü tema ve mesajlar belirlenmeli, bunların ana nehre akacak uzun vadeli hedeflere varacak bir amaç dahilinde yapılması gerekir.
Bu o kadar önemli değil derseniz işte tehlike budur. Kavram setleri bir tomar oluştururken bu setlerden birine halel gelmesi durumunda tomarın parçalanması beklenir bir şeydir. Ya senin ya da karşındakinin tomar parçalanacak.