Marx’ın meta eleştirisi, doğanın metalaştırılmasının, üretilen ürünün meta olarak üretilmesinin ilkesel bir eleştirisidir.

İnsanın doğa ile olan madde alışverişini örgütleyebilmesi için üretmesi, yani üretken etkin emekçi olarak çalışması gerekmektedir. Bu, insan yaşamının sürmesi için kültür tarihi boyunca hep mutlak bir koşul olmuştur. İnsan yaşamını sürdürmek için üretmek zorundadır. Üreteni anlamak için gözlemlemekle yetinen insan, üretime emekçi ile ilişkilenmeden dışarıdan üstenci bakan insandır. Son zamanlarda yeniden güncelleşen yaklaşım, bu seçkici, elitist yaklaşımdır. Emekçinin problemleriyle özdeşleşmeyen ekolojik yaklaşımlar sahte yaklaşımlardır.

Peki kapitalist toplumda insan doğa ile olan madde alışverişini nasıl örgütlemektedir? Doğayı metaya indirgeyerek, gereksinimini gidermek için ürettiği ürünü meta olarak üreterek örgütlemektedir modern insan doğa ile olan ilişkisini. İşte, Marx’ın meta analizinin ve eleştirisinin önemi bu bağlamda açıkça görülür. Marx’ın meta eleştirisi, doğanın metalaştırılmasının, üretilen ürünün meta olarak üretilmesinin ilkesel bir eleştirisidir. Dolayısıyla Marx’ın meta eleştirisi aynı zamanda modern ekolojik problemlerin, doğanın, insanın, hayvanın bitkinin, tohumun metalaştırılmasının kaynağının da ilkesel bir eleştirisidir, çünkü bunların hepsi metalaşmış ilişkilerdir.

Atom çağının, nükleer santrallerin, binbir türlü kitlesel imha silahlarının çağında gözlemlenen ekolojik problemlerin anlaşılması ve kalıcı çözüm önerileri geliştirebilmek için temel alınması ve hareket edilmesi gereken analiz ve eleştiri, meta analizi ve eleştirisidir.

Bir metada kapitalist toplumun tüm ilişkileri, çelişkileri, çarpıklıkları, çürümeleri, yabancılaşmış ilişkileri kendisini yoğunlaşmış bir şekilde kullanım-değeri ile değişim-değeri, kullanım-değeri üreten emek ile değişim-değeri üreten emek arasındaki çelişkide ifade eder.

Her meta, herhangi bir meta kapitalist toplumun bir hücresidir. Bu nedenle kapitalist toplumu tüm özellikleriyle kendisinde barındırır. Metadan bahsettiğimiz zaman aslında meralaşmış bir üründen bahsederiz. Üründen bahsedersek zorunlu olarak emekten bahsederiz.

Marx der ki, emek ancak doğa ile ilişkide düşünülebilir. Ürünün “anası”, maddesini üreten doğadır, doğanın şekil verdiği bu maddeye yeni bir biçim vererek ürüne dönüştüren emek ise, ürünün babasıdır. Bu bakımdan Marx’ın öğretisinin merkezinde doğa ve toplum aynı zamanda vardır.

Uzayın çöplüğe dönüşmesinin, denizin ve ormanın metalaştırılmasının, ormanlara, yaylalara, derelere, meralara, zeytinliklere vahşice saldırının, turizm adı altına kültürün ve sanatın metalaştırılmasının; bütün bunların hepsinin kaynağı, kullanım-değeri üreten emek ile değişim-değeri üreten (ücretli) emek arasındaki çelişkidir.

Geçen yüzyılın son çeyreğinde üretimden kaynaklanan problemlere dokunmadan çevre ve ekoloji problemlerini temel problem olarak ele alan Yeşiller açısından ekolojik problemler yasalarla düzenlenebilir problemler halini almış, hareket artık tamamıyla “vahşi” kapitalizmin sarıldığı son faşizan bir ideolojinin ürünü olan neoliberal politikaların taşıyıcısı olmuştur.

Yeşiller hareketinin bugün oldukları yere gelmiş olmalarının nedeni, emek kavramından, işçi hareketinden, üretimden kaynaklanan problemlerden, Georg Lukacs’ın deyimiyle toplumsal varlığın ontolojisinden kaynaklanan problemlerden kaçmış olmasından kaynaklanmaktadır.

Bütün bu tarihsel deneylere, teorik çözümlemelere ve yüzlerce yılın akıl emeğine rağmen ders almayıp hala “doğayı dinleyerek”, ekolojik, demokratik, barışçıl bir toplum kurabileceğine inanmakta elbette herkes serbesttir. Ama bunun yarın bu yolu seçenleri kendi halklarının karşısına sistemin ve iktidarın muhafazacıları olarak çıkaracağını da şimdiden bilmek ve göz önüne almak gerekir.