"Modern toplumda sürekli yalan ile karşılaşsak da özellikle politika alanı haklı olarak gözümüze herkesin yalan söylediği alanmış gibi gelmektedir"

Modern toplumun tüm yaşam alanları yalanlarla doludur. Hobbes, savaşta kaybedenin dürüstlük ve adalet olduğunu söyler. Ve Hobbes’a göre bir piyasa toplumu olan modern toplum herkesin herkese karşı savaş yürüttüğü bir toplumdur. Bu bakımdan modern toplumda hiç kimse yalan söylemekten kurtulamaz. Modern toplum yapısal olarak sürekli yalancılar üreten bir toplumudur.

Engels’e göre, en başta da biz tüketicilere karşı dürüst olmalarını beklediğimiz tüccarlar yalan söyler, çünkü onların gücü yalan söylemekte yatmaktadır. Tüccar satmak istediği malının gerçek değerini ve kalitesini gizleyebildiği oranda, yani değerini yüksek ve kalitesini iyi gösterebildiği oranda başarılı olabilmektedir.

Fakat modern toplumda yaşamımızın her alanında sürekli yalan ile karşılaşsak da; özellikle politika alanı haklı olarak gözümüze herkesin ilkesel olarak yalan söylediği alanmış gibi gelmektedir. Öyle ki politika yapmak sıkça iyi yalan söyleme ve çabuk zengin olma sanatı olarak kavranmaktadır. Genç kuşaklardan insanlar politikayla ilgilenmelerini topluma karşı sorumlulukla, toplumu değiştirmekle, insanlığı daha iyi bir geleceğe yöneltme isteğiyle değil, fakat zengin olma arzusuyla açıklıyorlar. Bu, elbette politikaya dair mümkün en yanlış kavrayıştır ve mevcut politika yapma tarzının ahlaken ne kadar çürüdüğünü göstermektedir.

Felsefe ve bilimler tarihi hem modern politikada ilkesel olarak neden yalan söylendiğine ilişkin açıklama denmeleri ve hem de politikada yalan söylemenin bir zorunluluk olmaktan çıkması için nasıl bir bakışa sahip olunması gerektiği konusunda öneriler üretmiştir.

Modern muhafazakâr politikacılık yalan söylemekten başka bir şey yapamaz, çünkü modern toplumda muhafazakâr politikanın temsil ettiği kesimlerin çıkarları toplumsal değil özel çıkarlardır. Fakat söz konusu özel çıkarlar toplumun tümünün, hatta tüm insanlığın çıkarlarıymış gibi gösterilmek zorundadır. Marx bu durumu Das Kapital adlı başeserine yazdığı önsözlerde burjuvazinin iktidarı ele geçirmekle artık gerçeğe olan ilgisinin kalmamasıyla açıklamıştır. Marx’a göre burjuvazi kendi çıkarlarını herkesin çıkarıymış gibi göstermeye çalışmakla açıkça yalan söylemektedir, tüm toplumu bu konuda aldatmaktadır.

Nazilerin siyaset ve hukuk felsefecisi Carl Schmitt bu durumu kaçınılmaz bir durum olarak kavrar. Schmitt’e göre, modern politik ilişkilerde dost-düşman ilişkileri sürekli yinelenerek değişmektedir. Bu durumda yalan söylemek politikanın en doğal aracı olarak görülmektedir. İnsan düşmanına gerçeği söyler mi! Yalan politikada hem karşıtları manipüle eder hem de toplumu. Karşıtları manipüle ederek onlara karşı hareket önceliği sağlamak isterken toplumu manipüle ederek toplumun üzerinde hâkimiyetini sürekli kılamaya çalışır. Schmitt, muhafazakâr politikanın en radikal ve dolayısıyla en kapsamlı pozisyonunu temsil eder.

Buna karşın özgürlükçü politikada Machiavelli ve Lenin olmak üzere iki farklı duruş ortaya çıkmıştır. Machiavelli özgürlükçü politika açısından pekâlâ yalan söylenebileceğini, hatta manipüle olmuş toplumu kazanabilmek için kaçınılmaz olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşın Lenin özgürlükçü politikanın tüm sorunlarıyla ve taktiksel çelişkileriyle tüm topluma açık bir şekilde yapılması gerektiğinden hareket etmektedir. Lenin’e göre ancak bu politika yapma tarzı tüm toplumu eğitebilir ve olgunlaştırabilir.

Peki, politikada yalan olgusundan kurtulmanın koşulu nedir? Bu konuda tavsiye için Aristoteles’e dönmemiz gerekmektedir. Aristoteles’e göre toplumun mükemmel yurttaşlardan oluşan bir toplum olabilmesi için, yöneticinin kararlarında yönetilenden hareket etmesi ve yönetilenin de sanki bir yöneticiymiş gibi davranması gerekmektedir.

Fakat Aristoteles’e göre bunun mümkün olabilmesi için tüm toplumun çıkarlarının temsil edilebildiği politik bir durumun oluşması gerekmektedir.