Dünya bir eşiğin arifesindeyken, bu iki temsilci ve ilişkiler ağı tesadüf olabilir mi? Tarih tekerrür mü ediyor, yoksa denenmiş olandan ders mi çıkarıyorlar?
Tarih, bir tekerrür müdür yoksa tarihe geçmiş olaylardan ders çıkarmak, denenmiş ve kendi bakış açılarına göre başarılı olmuş pratikleri, yeniden denemek midir?
Tarihe işlerine gelen olgulardan ders almak maksadıyla bakıldığından dolayı mı benzer olaylar cereyan ediyor?
Bugün Birinci Soğuk Savaş döneminin Türkiye ve Ortadoğu temsilcisi ile Yeni Soğuk Savaş döneminin Türkiye ve Ortadoğu temsilcileri arasındaki benzerliğe göz atmaya çalışacağım.
Ama ondan önce Soğuk Savaş’ın başlangıç olayına, o meşhur Demirperde deyiminin nasıl ortaya çıktığına bakmak istiyorum.
SOĞUK SAVAŞ’IN SİMGESİ: DEMİRPERDE KONUŞMASI
Bir Anglo-Amerikan ve tecrübeli devlet adamı olarak 1946 ilkbaharında Churchill, Birleşik Devletler’i ziyarete gidiyor. Fakat artık başbakan değil... Ancak bir başbakan olarak yaptığından daha fazlasını yapıyor. Westminster College’de bir konferans veriyor. Dinleyiciler arasında bir de cumhurbaşkanı var, Truman.
Churchill de, tarihe “Demirperde Konuşması” olarak geçen ve belki de Soğuk Savaş’ın en önemli konuşmasını yapıyor. “Demirperde” kelimesi ilk kez bir insanın ağzından, Fulton’da telaffuz ediliyor...
Bunu Türkiye’den de çok isteyenler var. Feridun Cemal Erkin, Selim Sarper ilk etapta akla gelenler...
Ahmet Emin Yalman aynı zamanda ticarete atılıp daha 1930’lu yılların başından itibaren Amerikan şirketlerinin Türkiye temsilciliği ile büyük servet ediniyor...
Çok ilginç, Türk gazetecisi Ahmet Emin, delik kulaklı ve Amerikalı kadın gazeteciden, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak ve üs isteyeceğini, henüz böyle bir istek olduğunu Türkiye ortaya atmadan önce, öğreniyor...
İÇ TEHDİT ALGISI VE “DEMOKRATLARI KOMÜNİST YAPMAK”
Dışta Sovyet tehlikesi olacak. İçte de komünist tehlikesi. Böylece Türkiye’nin içten ve dıştan tehlikelerle sarılı olduğu gösterilirse...
Acaba iç tehdit olarak CHP’yi mi buluyorlar, 1940’lı yıllarda ortada bir komünist kitle olmadığını bildikleri için demokratları komünist yaptıkları gibi bir algı mı oluşturmaya çabalıyorlar?
Yalçın Küçük’ten dinleyelim...
“Nisan ayı böyle biter. 1947 yılı henüz bitmez...”
1947 yılı aralık ayında bir başka sağ öğrenci terörü var Ankara Üniversitesi Rektörü Şevket Aziz Kansu’ya karşı...
Bu olay, “Solcu Profesörler Olayı”, “Tan Olayı” ile “Zincirli Hürriyet Olayı”nın bir devamı...
Hem iç politika hem dış politika malzemesi olarak kullanılıyor...
1946 yılının aralık ayı ortasında sıkıyönetim, yeni kurulan sosyalist partileri kapattı.
Evlerden toplanan mektuplarla ilericilerle “demokratlar” arasında bağlar kurulmaya çalışıldı...
Deneyimli Türkiye burjuvazisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’yi öyle “solcusu” olmayan bir ülke olarak görmesinin “para getirmeyeceğini” sezdi...
MARSHALL PLANI VE WILLIAM CLAYTON’IN ROLÜ
Dünyanın en büyük tekstil ihracat firması Anderson and Clayton Company’nin sahibi William Clayton, Marshall Planı’nın babası olduğunu iddia ediyor...
Clayton 5 Mart tarihli memorandumunda şöyle söylüyor: “Britanya, dünya lideri olarak kayıyor...
Amerikan halkı, bu rolü desteklemek için şoke edilmezse imkânsızdır...”
Bugün Trump (deli diyorlar ama alakası yok) aynı şeyleri MAGA deyimiyle tekrarlıyor...
William L. Clayton, Amerikalıların “self-made man” dediği türden bir kimse...
İngiltere’nin kendisine kapattığı pazarlara Amerikan mallarının da girmesini sağlamak...
Bu, savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politikasının temeli oluyor...
Byrnes’in Clayton’a cevabı 24 Eylül tarihli.
“Her yolla dostlarımıza yardım yapmalıyız veya... bizim savunduğumuz ilkelere muhalefet edenlere yardım etmekten sakınmamalıyız...”
“Aklımda, yardım etmemizin son derece önemli olduğu iki ülke, Türkiye ve Yunanistan var.”
Thomas J. Barrack Jr., Amerikalı bir gayrimenkul yatırımcısı...
Körfez ülkeleriyle olan derin iş bağlantıları ve Donald Trump’ın yakın dostu olmasıyla tanınır.
2021’de ABD hükümetine yabancı bir hükümet adına gizlice lobicilik yapmak suçlamalarıyla tutuklanmış, ancak 2023’te beraat etmiştir...
Colony Capital, Suudi Arabistan’ın yatırım fonu PIF’ten milyarlarca dolar yatırım alır.
Trump ile ilişkisi 1980’lere dayanır.
Resmi bir görevi olmamasına rağmen, Suudi Arabistan ve BAE ile olan bağlantıları nedeniyle “gölge diplomat” olarak hareket eder...
Peki dünya yeni bir eşiğin arifesindeyken, bu iki temsilci ve ilişkiler ağı tesadüf olabilir mi?
Tarih tekerrür mü ediyor, yoksa denenmiş olandan ders mi çıkarıyorlar?