Devrimciler ne yer ne içer? Bengi Başaran ve Umur Talu’nun Devrim Mutfağı adlı kitapları hakkında....
Bir “Devrim Mutfağı” yazmak, gerçekten zekice ve espri dolu bir fikir. Bengi Başaran ve Umur Talu, kimsenin aklına gelmeyecek bir şeyi akıl etmişler. Akıl etseler bile çoklarının küçümseyip gelip geçeceği bir konuya el atmışlar. Bunu ayrıca siyasi bir proje olarak gerçekleştirmiş olmaları ayrı bir zekâ kıvraklığına işaret ediyor. Genellikle “seçkinlerin” yemek alışkanlıkları, “soyluların” mutfak kültürü anlatılır ve örnek alınır. Bu, özentiden başka bir şeyin ifadesi değildir. Bir Antep, Adana, Urfa, Diyarbakır, Ege; kısacası Anadolu halk mutfak kültürü karşısında sarayların, seçkinlerin yemek kültürü ne ki? Bir seçkin edasıyla, laf kalabalığını felsefe yapmak sananlar yemeyi ve içmeyi küçümseyebilir. Buna karşı gerçekten çok derin bir kavrayışla yaşam ile yemeyi eş anlamda alan Goethe’yi hatırlamak yeterli pekâlâ yeterli olabilir. Fakat felsefeyi bir ‘seçkinler uğraşı’ olarak kavramaya çalışanlara karşı felsefenin evrensel ve başından itibaren eşitlikçi ve özgürlükçü bir uğraş olduğunu hatırlamak gerekir. Kendisine insanlık davasını dava etmiş felsefenin herhangi bir insanlık halini dışarıda bırakması mümkün değildir, yemeyi ve içmeyi de. Felsefede yapılan hazcılık tartışması doğal olarak bir yanı ile yemek ve içmek ile ilgiliyken diğer yanı ile doğal olarak kapsamlı ‘yaşamak ne demektir?’ sorusu ile ilgilidir. Bu, felsefenin bir bütün olarak gastronomi problemini göz ardı etmediğini, tersine yalnızca felsefede seçkinci yaklaşım içinde olanların toplumun alt tabaka ve sınıflarının beslenme problemini göz ardı ettiğini gösteriyor.
Başaran ve Talu, kitaplarına “Devrim Mutfağı” adını vermiş olmakla yemek kültüründe aristokrasiyi ve soyluluğu takip eden geleneği kırmış oluyorlar. Bu, eskiden olduğu gibi bugün de gastronominin ve beslenme probleminin politik bir problem olduğunu gösteriyor. Bu önemli bir yaklaşımdır. Kitap ağırlıklı olarak modern çağa damgasını vurmuş devrimcilerin biyografilerinden konu bağlamında kesitler, beslenme alışkanlıklarını, sevdiği yemekleri ve yemek tariflerini içeriyor. Özellikle yemek tariflerinin eklenmiş olması, kitaba “Devrim Mutfağı” demeyi olanaklı kılıyor. Yoksa kitabın adı daha çok “devrimcilerin mutfağı” olurdu. Kitap Karl Marx ile başlıyor, Friedrich Engels, Rosa Luxemburg ve Lenin ile devam ediyor ve Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Sevim Belli ve Behice Boran’dan sonra Mustafa Kemal ile bizim, yani Türkiye devrimcileri için doruk noktası olarak düşünülmüş olanda tamamlanıyor.
Yazarlar, geleneksel olarak yapıldığı gibi bir önsöz yazmamış kitaba. Bunun yerine bir Davet” kaleme almışlar. Zira “gastronomik gezinti” olarak adlandırdıkları devrimcilerin sofrasına davet ediyorlar. Şöyle yazıyolar “Davet”in daha birinci paragrafında: “Devrimcilerle, devrimin sofralarına misafir olduğumuz heyecan verici bir yolculuk olacak bu.” (19) Öyleyse devrimcilerin ve devrimin sofrasına davet aynı zamanda bir “yolculuk” olarak düşünülmüş. Yolculuk, “(k)utlamanın, kaybın, uğurlamanın, kavganın, uzlaşmanın, sonsözün, kavuşmanın, vedanın, yalnızlığın, direnişin, kalabalıkların sofrasına”dır. (19) Gastronomik gezinti olarak düşünülen yolculuk elbette “mutfağın, yemeğin ve kişisel damak tatlarının” öğrenildiği bir yolculuktur. Ama “elbette sosyo-kültürel yapısını da unutmadan”, çünkü yemek basit bir yeme eylemi değildir. Yemek, yukarıda dikkat çektiğim gibi pekâlâ politik bir meseledir. Böylece yemenin aynı zamanda “sosyo-kültürel” bağlamının olduğunu da öğreniyoruz. Masanın üzerindeki yemek yalnızca aşçılık sanatının biraraya getirdiği tatların, renklerin, gıdaların bir ustaca bir sentezi değildir. Masaya gelen yemek aynı zamanda tüm sosyal ilişkilerin bütünleşmiş bir hali olarak geliyor. Bu sosyal ilişkiler, yemek yenirken doğrudan tadılmasa da; alın teri olarak pişiren ateş, kaynatılan su, atılan tuz ve biber, konan baharat, pişirilen içerik üzerinden yemeğin tadına görünmez ve tadılmaz tat katar. Bu nedenle “Devrim Mutfağı” bazen “varsıl evlerde ya da başkanlık saraylarında, hapishane hücrelerinde, gerilla yolculuklarında, kent sokaklarında, dağ başlarında, savaşta ve barışta, kimi zaman muharebe ve mücadele alışkanlıklarıyla kimi zaman yoksul çocukluk anılarıyla nasıl şekillendiğini” de anlatır. (19) Vedat Milor’un ve Mehmet Yaşin’in birer önsöz yazdığı kitabın daveti, “(d)evrimcilerden ilham almanız, onları daha yakından tanımanız, onları daha yakından tanımanız, yeni fikirlerin ateşini yakmanız ve aslına sadık reçetelerle kendi devrim mutfağınızı yaratmanız dileğiyle!” diye bir çağrıyla sonlandırır. Bu çağrı Devrim Mutfağı’nın içerisinden dışarısına bir çağrıdır.
Devrim Mutfağı’nın içeriğine ve amacına ilişkin elbette çok şey söylenebilir, kitap daha başka birçok bakımdan incelenebilir. Fakat kitabın içeriğine ilişkin kısa ve öz olarak bunlar söylenebilir. Okura kitapta modern çağdan seçilip sunulan devrimcilerin damak tadı, beslenme alışkanlıkları, mutfak becerileri, dünya görüşleri, ilişkileri gibi konularda kendi okumalarını yapmasını ısrarla öneriyoruz.