“Sen adamı 15 saat özgürlüğünden mahrum bıraktığın hâlde buna gözaltı demiyorsan, bu hepimiz için sorundur.”

Kolluk ve savcılık, size gözaltı prosedürünü eksiksiz uygulayacak ama “Bu gözaltı değil, samimi bir ifadeye çağrı” diyecek.

Bakın, bu hukukun dışına çıkmak ve keyfiyete bulaşmak demektir.

Tamam, daha önceki kimi uygulamaları hukuk içinde kabul etmiyoruz ama en azından gözaltına “gözaltı”, tutuklamaya “tutuklama” deniyordu.

Bir kişi sabahın köründe (saat 6 civarı) kolluğun kontrolüne geçiyor; 15 saat boyunca kolluk otosuyla sağlık kontrolüne götürülüyor, adli muayene ve vücuttan örnek alımı yapılıyor; üstüne ifadeleri alınıyor ve yine sağlık muayenesinden sonra serbest bırakılıyorsa — ama buna “gözaltı” denmiyorsa — bu, “Ben seni canım istediği zaman evinden alırım, hakim kararı olmasa da vücudunu muayene ettiririm ve seni salmadıkça kolluğun kontrolünde tutarım” demektir.

Eğer kolluk, gözaltı işlemi yapmaksızın kişileri 15 saat boyunca herhangi bir hukuki işlem olmaksızın fiilen özgürlüklerinden yoksun bırakmışsa, bu durum ya açıkça bir gözaltıdır — o hâlde neden “gözaltı” denmiyor? — ya da gözaltı değilse, bu fiil hem “görevi kötüye kullanma” (TCK m.257) hem de “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” (TCK m.109) suçlarını oluşturur.

Bu hareket, 1679 İngiltere’sinin gerisine gitmek demektir.

Yani, bireyin keyfi tutuklamalara karşı korunmasını sağlayan Habeas Corpus Act’in getirdiği asgari güvencenin dahi ortadan kalkması anlamına gelir.

Türkiye içinse bu, 1839 Tanzimat Fermanı’nın gerisine gitmek demektir.

Bu çok tehlikeli bir aşamadır.

Evet, istisna olması gereken tutukluluk artık muhalifler için kural, iktidar yanlıları içinse uygulanmaz hâle geldi.

Ama en azından “tutukluya tutuklu” deniyor.

Sen adamı 15 saat özgürlüğünden mahrum bıraktığın hâlde buna gözaltı demiyorsan, bu hepimiz için sorundur.

Muhalife bunu yapan, muhalif olmayana da yapabilir — yeter ki o yetkiyi, o hakkı kendinde görsün.

Biliyoruz ki bu, gözaltı sayılmasa bile bir gözdağıdır.

“Duyma, görme, konuşma.”

Sen kimsin de muhaliflerin hakkını savunur, onlar adına kamuoyunu yönlendirirsin? Boykota çağırırsın, ses çıkarırsın?

Biliyoruz ki kültürel hegemonyayı asla kuramayacak olan iktidar, toplumun her kesiminin tanıdığı, izlediği, dinlediği bu kişilere itibar suikastı yaparsa — işlerini ve ekmeklerini engellerse — kendisi hegemonya kuramasa bile, eski düzenin hegemonyasını kırabileceğini düşünür.
Bir taşla üç-beş kuş…

Bu kişilerin bazılarının adını ilk kez duyuyorum.

Ama bu saçma operasyonlar sayesinde isimlerini hiç bilmeyenler bile artık dikkatini onlara yöneltiyor.

Toplumu bu kadar kutuplaştırırsanız, belki iktidar yanlısı bir iki kişiyi uzaklaştırırsınız ama daha fazla sayıda muhalifin de desteğini sağlamış olursunuz.

Yani değişen bir şey olmaz; sadece dişler daha çok gıcırdar, yumruklar daha fazla sıkılır.
Bu yapılan haksızlıklar, bu insanlara yapılan zulüm onları zayıflatmaz.

Bilmiyor muyuz, kumara bulaşmış, alkol müptelası pek çok kişi bugün iktidarın kültürel hegemonyasını kurma yolunda, maddi sıkışıklığı nedeniyle iktidar kanatlarına sığınmış durumda.
Kimi başka maddi desteklerle ayaklarından çivilenmiş.

Baştan söyleyeyim: Sanat ve kültür ayaklarından çivilenmişlerle yapılamaz; ayakları prangalılarla kültürel hegemonya kurulamaz.

Neyse…

Bir yazıda iki mesele, iki ağır mesele.

Ama bu “gözaltı olmayan gözaltı” meselesi, iktidara gönülden bağlı olsanız bile her yurttaşın meselesidir.

Belki teknik hukuk bilgisi olmaması sesebiyle, yazdıklarımın esas anlamını tam anlatmamda güçlük yaratabilir.

Daha açık söyleyeyim: Hepimiz büyük bir tehlike altındayız.

HELP! HELP!