Yapılan eylemlerin sofistike yapısı İsrail’e puan kazandırırken İran “kâğıttan kaplan” iddialarına maruz kalıyor.

Bir süredir İsrail’in İran ve zeyli güçlere karşı yaptıkları saldırıları izliyoruz. Yapılan eylemlerin sofistike yapısı İsrail’e puan kazandırırken İran “kâğıttan kaplan” iddialarına maruz kalıyor. Yıllardır yapmaya çalıştıkları nükleer silah (1) başta Amerika olmak üzere uluslararası sistemi huzursuz ediyor. İsrail bu hoşnutsuzluğu da arkasına alarak inanılmaz operasyonlara imza atıyor.

İsrail kuruluşunda birkaç Arap devleti tarafından saldırıya uğrasa da hemen karşılık vermiş, yerini sağlamlaştırmıştı. Haganah; İrgun (2) ve pek de istenmeyen Lehi de denilen Stern’in marjinal eylemleriyle zaten belirli bir tecrübe kazanmıştı. Haganah bağımsızlık sonrası resmi devlete evrildi, İrgun da çok sert eylemleriyle bilinen bir örgüt olarak Stern ile birlikte tasfiye olsa da bu nabız sağ partiler ekseninde devam ediyor. Haganah yani savunma ismi bile 20. yüzyılın başında Filistin ve civarına Yahudi yerleşimcilerin gelmesi için organizasyonda kendilerini nasıl hissettiklerine dair bir ipucu aslında.

İrgun o dönem için 20. yüzyılın en büyük terör eylemi olan King David otelinin bombalanması ve Deir Yassin katliamıyla dikkat çekerken, Stern ise ara buluculuk yapan Birleşmiş Milletler temsilcisi Kont Bernadotte’nin öldürülmesi eylemine karışıyordu. İrgun, Haganah önderliğinde yeni kurulan devlette daha söz sahibi olarak yer almak için Altalena adlı gemiyle silah sokmak istemiş ancak buna izin verilmemiş gemi Haganah tarafından batırılmıştı.

Bu ilk dönem Yahudi hareketi neredeyse tamamen Aşkenazlardan oluşuyor, dini yönelim var gibi görünse de aslında din, milli kimliğin önemli bir parçası olarak görülüyordu. Entelektüel yönleri yüksek bu kesim milletin ve devletin oluşmasında ve sonraki savaşlarda başrol oyuncuları oldular. Aslında kendileri parçalı olsalar da devletin can derdi yüzünden bu su yüzüne çıkmıyor, parti itiş kakışları şeklinde sürüyor hikâyeleri. Yoksa orada da Aşkenaz-Sefarad, Mizrahi, Falaşalar ve aşırı dinci Guş emunim ciddi bir gerilim hattı oluşturuyor, ama dediğim gibi devletin ve milletin can derdi yüzünden bunlar öne çıkmıyor.

Yoksa İsrail oturdukça dış düşman tehlikesi azalacak, kendi içlerindeki gerilim mutlaka ortaya çıkacaktır. Çıkacaktır evet ama bu normal olan şey, devletler bu yüzden sürekli olarak düşman üretmek zorundadırlar işte.

Araplarla yapılan ilk savaş aslında biraz da Kudüs müftüsü Emin El-Hüseyni’nin çabalarıyla olmuştu. Arap birliği bu savaşta yenilmiş o gün ve sonrasında yapılan her savaştan sonra İsrail genişlemişti. İki tarafın kaderini Arap cephesinde kurulan bir örgüt belirledi.

OYUNBOZAN OLARAK BAAS

1947’de farklı adlarda olan örgütler BAAS adıyla birleşerek Arap milliyetçiliği ve soğuk savaştan faydalanarak belki, sosyalizm çıkışlarıyla kuruldu. Kurucuları Hristiyan Mişel Eflak, Müslüman Selahaddin El-Bitar ve Zeki El-Arsuzi aydın gençler olarak partiyi Arap ülkelerine yaymayı başardı.

Hareket özellikle Suriye ve Mısır’da yoğun bir şekilde faaliyetlerini yürütüyordu. Milliyetçilik ve sosyalizm tabiatıyla bölgedeki Arap monarşileri için bir tehditti aynı zamanda. Zaten körfez ülkeleri ne o gün ne bugün Filistin davasına karışmamış, BAAS’tan da uzak durmuş ve hatta ona karşı rejimlerini korumak için mücadele etmişti. Ürdün Filistinlileri örgütleriyle birlikte ülkesine almış, monarşi aleyhinde hareketler başlayınca kral büyük bir katliam yapmış bunun anısına “Kara Eylül” örgütü kurulmuş, bu örgüt 1972 Münih olimpiyatlarında İsrailli sporcuları öldürmüştü (3).

Yani Arapların kaderi BAAS sonrası değişmiş monarşiler kendi derdiyle bu parti aleyhine kara propaganda ve sair şeylerle mücadele ediyordu. BAAS Nasır önderliğinde Mısır’da büyük bir ivme kazanmış biraz da şimdilerde yüzüncü yılına girmek üzere olan Müslüman Kardeşleri etkisizleştirerek söz sahibi olmuştu. Suriye ve Irak’ta da BAAS yönetimleri ele geçirince İsrail’e karşı büyük bir güç ortaya çıktı. 1956 Süveyş, 1967’deki “6 gün savaşı” Mısır Nasır önderliğinde başarısızlıkla sonuçlandı. Büyük bir lider olarak Nasır’ın prestijini kaybetmesine koşut olarak BAAS da gücünü yitirmeye başladı. İsrail 1967 savaşında, Suriye’nin üst yönetim kademesine kadar giren Eli Cohen’in yakalanıp idam edilmeden önce bölgeye ilişkin verdiği istihbarattan fazlaca faydalandı (4).

1973 Yom Kippur savaşında bu kez yeni vefat etmiş Nasır’ın yerine gelmiş olan Enver Sedat ve Suriye devlet başkanı Hafız Esad başroldeyken İsrail Münih olimpiyatları şokunun ardından bu saldırıyla sarsılıyordu. Savaşın Yahudilerin dini bayramı olan Yom Kippur’da yapılması etik olarak sorunluydu tabiatıyla. İsrail başta büyük darbe alsa da kısa sürede kendini toplamış Mısır ve Suriye’ye büyük bir zarar vermişti. Yıllar sonra Nasır’ın damadı Eşref Mervan’ın konumunun avantajlarıyla gizli bilgileri Mossad’a ilettiği iddiası ortaya çıktı (5).

Başarısız Arap savaşlarının ardından 1979’da İran’da devrim yapan mollalardan sonra hikâye değişti. Şah babasının yerine zorunlu olarak geldiğinden beri ama özellikle Musaddık olayından sonra batıya daha bağımlı olduğu için körfez ülkeleri gibi topa hiçbir şekilde girmiyor bu da rejim muhaliflerinden olan dinci kesimin siyasi, psikolojik ve ideolojik hakimiyetini artırıyordu. Başlangıçta komünist Tudeh ile yaptıkları ittifak devrim sonrası tabiatıyla bozulmuş solcular tasfiye olmuştu. Mollalar eski rejim yanlılarının yanında Tudeh üyelerine de suikast yapıyorlar giderek tabir-i amiyane tek tabanca oluyorlardı. Rejimin hızını kesen Irak’la yapılan savaşın bitmesinin ardından ideolojik hakimiyetini diğer ülkelere yaymak için mücadelelere girdiler.

Bizde de 12 Eylül darbesinin ardından “yeşil kuşak” politikası etkisini göstermeye başlamış, dinci gruplar ortaya çıkmıştı. Mesela o zamanlar popülerleşmeye başlayan Türkiye gazetesi elemanları kapı kapı geziyor gazete aboneliği yapıyordu. Darbenin ne yaptığının farkına varan insanlar biraz da korkudan aboneliklere razı oluyordu. O dönem için bu durum tıpkı dükkanına gelen maliye gazetesi satıcılarını maliyeci sanıp korkuyla gazeteyi satın alma gibiydi. Neredeyse her sokak arasında kurulan çay ocakları da boşluktaki gençleri bu yeni düzene uyarlamak için kullanıldı. Buralarda her türlü mavra yapılıyor, küfürler, argolar havada uçuşuyor ama zamanı geldiğinde vakit namazına gidiliyordu. Dönüştürmek için gençlerin suyuna gidiyorlardı yani.

Devrimin hemen ertesi bizde de İrancılık yükselmiş bu bazı İslami kesimlerde tepki yaratmıştı. Bundan en çok rahatsız olan ülkelerin başında Suudi Arabistan geliyordu. İrancılık etkisini azaltmak için İslami camiaya yönelik bizim istihbaratla birlikte operasyonlar yaptılar. İran devriminin tesirleriyle İslami kesimde başlayan umut Filistin sorununa da el atmaya başlamalarına yol açtı. Yavaş yavaş FKÖ ve Arafat’tan İslami örgütlere doğru hareketin önderliği akmaya başlıyordu. Şimdilerde tekrar envaı söylense de o zamanların unutulmaz sloganı “Her Müslüman tükürse İsrail’i sel götürür” gibi bir şeydi hatırladığım kadarıyla. Arafat’ın bütün dünyadaki sempatisi rahatsızlık yaratıyor Filistin sorunu soldan İslami kesime geçtikçe dünyadaki destek azalıyordu. Bu antipati sonra HAMAS’la doruğa varacaktı. Birazdan geleceğim Yinon planıyla İsrail’in bu stratejisinin ne kadar zekice olduğu görülecek.

İran kendini toparladıkça diğer İslam ülkelerinin sessizliğinden faydalanıp rejim ithalinde Filistin meselesini daha iyi değerlendirdi. Lübnan Hizbullah’ı Şii olarak 80’lerden itibaren o bölgede etkili olmuş, zamanla İsrail’e karşı koyan önemli bir örgüt olmuştu. İsrail’in tek başa çıkamadığı bir devlet değil işte bu örgüttü.

Hasılı İsrail’in esas baş belası BAAS rejimleriyle teçhiz olmuş Arap devletleri ve sonradan olaya giren İran’dı. Mısır, Libya ve Irak Sünni Suriye ve İran Şii olarak büyük bir güç ortaya çıktı. İsrail’in artık işi daha zorken 2010 itibarıyla “Arap baharı” ile her şey değişti.

Ama ondan önce 80’lere döneceğiz ve bir sonraki yazıda, o tarihte öne sürülen bir plana gideceğiz.

DİPNOTLAR

(1) İsrail’de Mossad başkanlarına Roş ha Mossad kısaltması olarak Ramsad derler. Roş baş demek, “ha” İngilizcedeki “The” Arapçadaki “El” yani harf-i tarif. İsrail özellikle “Ramsad” Meir Dagan döneminde İran nükleer silahlanmasına karşı büyük mücadeleler verdi. Projede çalışan mühendisler, bilim insanları öldürüldü. Ancak İsrail kendi nükleer çalışmalarını yürütürken Mordehay Vanunu adlı birisi bunları fotoğraflayıp dışarı çıkarttı. Mossad’ın böyle bir zaaf içinde olması şaşırılacak bir şeydi elbet. “Who Is Mordechai Vanunu?” (2004) yapımı belgeselde bu konu işlenir. Bir İngiliz gazetesiyle irtibat kurup bütün belgeleri onlara ileteceğini söyler. Gazeteciler yönetim ile görüşüp durumu anlattığında tabiatıyla kendisi bir Mossad saha görevlisi olan Maxwell'in durumdan haberi olur ardından da İsrail'in elbet. Bir ekip kurulur analizler sonucu ne yapacaklarına karar verirler. Profili meşhur yöntem "Bal tuzağı" ile yakalayacaklardır. Reddedemeyeceği güzellikte bir ajan görevlendirilir. Kadınlar konusunda zaten sorunlu olan Vanunu turnayı gözünden vurdum derken sonrası malum. Arendt'in "Kötülüğün Sıradanlığı" gibi bir kitabı yazmaya vesile olan Eichman gibi İsrail'e kaçırılan Vanunu aslında büyük bir cezaya çarptırılacaktı ancak Hristiyan dinine geçtiği için ve bir de kaçırılmasının yarattığı diplomatik kriz yüzünden bir kaç yıl cezayla kurtuldu. Vanunu yakın zamanda serbest kaldı, şimdi bir kilisede zangoçluk yapıyor. 2020’de başlayan İsrail yapımı “Tehran” dizisi de son sezonunda İran’ın nükleer silah yapmasına karşı Mossad ajanlarının yaptığı mücadeleyi gösteriyor.

(2) Hatırlanacaktır onomastikin ülkemizdeki işletimcisi Yalçın Küçük İrgun yani örgütü Ergun isminin iştikakı olarak yazmıştı. İrgun’un kurucusu Jabotinsky “Sadece Bir Emir Kipi İsrail'i Kur” başlıklı anılarında “Siyon Katır Birliği” hikayesini de anlatıyor ancak herhalde olumsuz etkileri olmasın diye Haganah ve İrgun hakkında bir şey söylemiyor.

(3) Spielberg 2005 yapımı “Münih” filminde olay olduğunda başbakan olan Golda Mair’in emriyle kurulan intikam timini konu alıyor. Spielberg filmde Mossad-İsrail propagandası nedeniyle eleştirilmişti. Oysa filmde işlenmeyen bir fiyasko vardı. Hedeflerin içinde en dikkat çekici olan Playboy tipli Ali Hasan Salameh’in öldürülmesinde bir yanlışlık olmuştu. 1973’te Ahmed Bouchikhi diye biri Norveç Lillehammer’de bir kafede garsonluk yaparken Salameh’e benzetilerek takibe alınmıştı. Korumasız ve bisikletli gezmesi de tebdil-i kıyafet taktiği olarak değerlendirilmiş böylece merkezden alınan onayla Mossad ajanlarınca öldürülmüştü. Yıllar sonra İsrail-Filistin Oslo görüşmelerinin kutlaması olarak sahne alan Gysps Kings üyesi Chico “İçimde burukluk var ama barış için sahneye çıkıyoruz” gibi bir şeyler söylemişti. İşte öldürülen Ahmed Bouchikhi bu Chico’nun abisiydi, burukluk oradan geliyordu yani. Oslo (2021) yapımı filimde barış görüşmelerinin ne şartlarda yapıldığı görülebilir.

(4) Eli Cohen’le alakalı 1987 yapımı “The Impossible Spy” ve “The Spy” (2019) dizisi izlenebilir. Özellikle dizi hakikaten müthiş olmuş. Burada Golan tepelerindeki gizli silah mevzilerinin konumunun bilgisini iletmesi savaşın istikametinde belirleyici oldu. Bu şekilde Suriye’nin kaybettiği Golan ve diğer yerlerle İsrail biraz daha büyüdü.

(5) 2018 yapımı “The Angel” filminde bu konu işlenmişti. İstihbaratı alan askeri istihbarat AMAN başkanı General Eli Zeira Mervan’a ikili oynuyor diye güvenmemiş, gelen bilgileri değerlendirememişti. General bu kabahati nedeniyle komisyona ifade verdikten sonra ordudan ihraç edildi. Zeira küskün bir şekilde ABD’ye göçtü. Komisyon raporunda “damat” diye anılan muhbirden bahsediliyordu. Mervan kimliği ortaya çıktıktan bir süre sonra kuşkulu bir şekilde öldü. Görgü tanıkları Ortadoğu tipli iki kişinin görüldüğünü söyledi. İntihar açıklaması düşüş şekli itibarıyla geçerli değildi, fırlatıldığı anlaşıldı. Mervan’ın kimliğini ortaya çıkaran Ahron Bregman “ The Spy Who Fell to Earth” kitabını yazdı. 2019’da bunun belgeseli de yapıldı. Burada Ramsad Zwi Zamir ile AMAN başkanı Zeira birbirlerini suçluyordu. Amerika’da FBI-CIA itiş kakışı gibi orada da Mossad-Aman gerilimi var.