Buna göre giderek artan şiddetin ardından gelen şoklarla topluma, bize uyarlarsak İslami yönetime doğru giden bir format atılacaktı.
Analizlerde şimdilerde olduğu gibi ülkemizin gündemine “Şok ve Format” kavramı giriyor, Erdoğan’ın ülkeyi yeniden yapılandırmasını bu kavramla anlatmaya çalışan düşünceler paylaşılıyor. Peki nedir bu “Şok” ve ondan sonra toplumun şekillendirilmesini anlatan “Format”? Üç bölümlük bu yazı dizisinde ikinci dünya savaşının ardından oluşan yeni dünya düzeni şoklar ve formatlar ekseninde ele alınacak, yine bu bağlamda dizinin son bölümünde Türkiye’ye bakılacaktır.
Naomi Klein'in bizde Agora Yayınevi’nden de çıkan o meşhur “Şok doktrini” kitabı bütün dünyada büyük etki yarattı. Buna göre giderek artan şiddetin ardından gelen şoklarla topluma, bize uyarlarsak İslami yönetime doğru giden bir format atılacaktı. Bunun benzeri Gezi parkı olaylarının ilk günlerinde de söylenmişti. Şimdi birçok kişi unutmuştur onu hatırlatayım. O günler “Erdoğan bilerek bu olayları kışkırtıyor, sıkıyönetim ilan edecek bir çatışma olursa anayasayı değiştirme hakkı doğuyor, işte bu yüzden ülkeyi iç savaşa sürüklüyor” ve sair tarzda karabasan senaryolar ortalıkta dolaşıyordu. Aslında bu o zaman için psikolojik harbin uzantısı olarak, sokaklardan kalabalıkların çekilmesi için iyi yazılmış bir kurguydu. Hakikaten de çekilmelerin etkilerinden birisi de buydu. Şimdi tarihe giderek hikâyeye yani şok ve onun formatına geleyim.
AMERİKAN ULUSLARARASI DÜZENİ
İkinci Dünya Savaşı’nın bitimi aslında 1945 öncesinde yani Almanların Ruslara yenildiği o meşhur Stalingrad savunması sonrası belli olmuştu. Yeni girilen düzen önce ekonomik kurumlarını oluşturdu. 1944'de Amerika'da küçük bir kasaba olan "Bretton Woods" da bir dönemler "Üzerinde güneş batmayan imparatorluk" olan İngiltere liderliği sonradan savaşa giren Amerika'ya veriyordu. Yeni süper güç bütün ülkeleri kendi ekonomik ve siyasi düzenine göre şekillendirdi. Artık bütün paralar ABD dolarını baz alarak yola çıkacaktı. Buna göre Dünya Bankası, IMF gibi ekonomik kurumların yanında BM gibi bir zamanlar Cemiyet-i Akvam olan örgütler tekamül gösteriyor bu yeni düzenin siyasi gücü oluyordu. Daha sonra Churchill'in o meşhur "Demir perde" konuşması ertesi başlayan "Soğuk savaş" dönemi ile birlikte ABD bu gerilimin de önderliğini yürütüyor buna uygun olarak kendisine bağlı ülkelerle birlikte NATO'yu kuruyordu. Truman Doktrini ve bununla birlikte başlayan "Marshall Yardımı" ile hem elindeki eski teknolojileri gerek hibe gerekse de kredi ile veriyor hem de bu ülkeleri kendisine siyasi olarak bağlıyordu. Gladyolar da bu şekilde kuruldu. Buraya girmeyip hatırlatarak geçiyorum zira son yıllarda ülkemizin gündeminde hayli yer buldu.
OSS FAYDALI NAZİLERİN PEŞİNDE
Dünya savaşı resmen bittiğinde bütün herkes Nazilerin üst komuta kademelerinin yakalamanın peşindedirler. Daha sonra bunları yakalayıp, 1961’de "Judgment at Nuremberg" adında mükemmel bir filmi de çekilen, "Nuremberg'de yargıladılar ve hemen hemen hepsini astılar. Elbet daha önce intihar edenler bu cezalandırmadan başka bir şekilde kurtuldu. Buranın seçilmesi de enteresandı zira "Irk yasaları" ile başlayan Yahudilere zulüm kararı burada alınmıştı, simgesel önemi büyüktü tabiatıyla.
Herkes bu Nazilerin peşinde koşarken CIA'nın ilk hali olan OSS başkalarını arıyordu. Gehlen ve Mengele.
Gehlen esas itibarıyla Rusya cephesini çok iyi biliyordu (1). Orada şimdi bildiğimiz Gladyo ve Özel savaş taktiklerini uygulamıştı. OSS bu adamı yakaladıktan hemen sonra sorguladı ve ne kadar önemli bir insan olduğunu anladı. Sonra Gehlen sırra kadem bastı zira artık OSS adamıydı ve yeni kurulan Gladyoları o örgütleyecekti.
Diğer adam da dünyanın görebileceği en ahlaksız insan ama bununla tenakuz olacak şekilde iyi de bir bilim adamıydı. Bilimsel çalışmalarda hayvanları denek olarak kullanmak hayvan hakları savunucuları tarafından inanılmaz tepkiyle karşılanıyor. Peki bunu niye söyledim. Mengele hayvan değil insan kullanıyordu da ondan. Esas tutkusu olanlar da ikizlerdi. Müthiş bir pozitivist ihtimamla deneylerini yapıyor, notlarını alıyor ve bunlardan inanılmaz bir arşiv yapıyordu. İşte sadece bu bilgiler bile OSS'nin onun peşine düşmesi için iyi bir gerekçedir. İnternette küçük bir araştırma dahi yapsanız Arjantin ve Brezilya hikayeleriyle birlikte onun hiçbir şekilde yakalanmadığını görürsünüz. Ama yakalanmadı mı, velev ki yakalanmadı CIA o inanılmaz psikolojik deneyleri hangi bilgi birikimine dayanarak yaptı acaba.
MK ULTRA VE KUBARK
1950'lerde Mengele'nin takipçisi diyebileceğimiz Ewen Cameron adında bir psikiyatrist insanların üzerinde deneyler yapmaktadır (2). Şimdi belki etik diyeceksiniz biliyorum ama bu adamların doktorluğu CIA elemanı olmasından sonra gelir. Yani örgüte bağlılılığı ve görevi bu olduğu için psikiyatristtir. O yüzden herhangi bir ahlaksızlık yoktur zira kişi doktorluğu sadece bir şeylerin aracısı olarak yapmaktadır. Hedef, kişileri çözmek, konuşturmak, manipüle etmektir yani.
Cameron zalimce çalışmalarını yapar. Kişi öncelikle bir hücreye konur, yemek ve içecek verilmez, yerde yatırılır, tuvalet ihtiyacını orada görür, günlük patternini bozup dengesini bozmaktır burada hedef. Yemek ve içecek alamayan kişi uzun bir süre sonra vücuttaki kimyasal değişiklikler nedeniyle gerçeklikle bağını yitirmeye başlar. Uyku kişinin vücudunu tazelemesine neden olacağı için uyumasına engel olurlar. Bu yüzden belirli aralıklarla ışık yakar ve gürültü yaparlardı. Bunu en azından Rambo filmlerinde de görmüşsünüzdür. Bu da Hollywood'un nasıl psikolojik harp yöntemlerini kullandığını bizlere gösterir, zira esas yapan onlar olduğu halde kendilerine yani Rambo'ya yapılmış gibi göstermektedirler.
Aynı örneği Soğuk savaşın doruğu olan 1962 yapımı "Manchurian Candidate" filminde de görürüz. Filmin başlarında daha, Koreli komünist bir general, esir alınmış askerlerin hipnoz olmuş, zihin kontrolü altında hallerini bizlere gösterir. General Amerikan askerlerine sorular sorar, ancak askerler hipnoz altında onu Amerikalı bir kadın olarak görmektedirler. Etrafta bunları izleyenler aslında Korelilerken onlar Amerikalıların yanında konuştuklarını sanırlar. Askerler tabir-i amiyane pelt olmuş durumdadırlar. Aslında bu filmde kendi yaptıkları zihin kontrolü araştırmalarının sunumunu yapmaktadırlar ve bunu soğuk savaş atmosferinde Hollywood aracılığıyla düşmanları yapıyormuş gibi göstermektedirler.
Bir örnek de 1978 yapımı "Boys from Brazil" filminden vereyim. Meşhur Gregory Peck Dr. Mengele rolündedir. Şimdi bir süredir öğrenmeye başladığımız insan klonlama hakkındadır film. İkizler üzerine araştırmalarını derinleştiren Mengele artık insan kopyalamaya başlamıştır. Bellidir artık Hollywood bir şeylerin önceden sunumunu yapmaktadır.
Bu örneklerden sonra tekrar o keyifsiz işkence kısmına döneyim. Hedef kişinin artık zaman mefhumunu da kaybetmesinin ardından sürekli sorular sorulur. Artık iradesini ve geçmişini unutmaya başlayan kişiye anlattığı öykünün aslında gerçek olmayıp iradesini kaybettiği için kendisinin öyle sandığını söylerler. Ve bu süreçte sürekli elektroşok metodunu uygularlar. Sonra başka bir hikaye anlatırlar. Diyelim ki kişinin adı A ve bir kız bir de erkek iki çocuğu var. Ona aslında B olduğunu ve üç erkek çocuğu olduğunu söylüyorlar ve bunu sürekli tekrar ediyorlar. Bu sürekli tekrarı bir yerlerden hatırlarsınız herhalde Goobels'in taktiğidir ve şu an iktidarda olan parti de bunu çok sık yapmaktadır: "Yanlış da olsa sürekli tekrarla ve onu gerçeğin karşısında ikame ettir". Oysa bu radyo döneminin insanına göre geliştirilmiş bir yöntemdir, şimdi bunun geçerliliği hiç bir şekilde yoktur. 1988 yapımı kara komedi “Arkadaşım Şeytan” filmindeki mesaj gibi herkesin şeytan olduğu, internetin bizleri belirlediği,şekillendirdiği bir dönemde hala 40’ların yöntemi komediden başka bir şey değildir, geçiyorum.
Böylece yeni kimliğine ikna olan hedef kişiyi istedikleri her yerde kullanabilmektedirler ama deneyler çok iyi netice vermez çoğunlukla intiharlar gerçekleşir. Yani Ebu Garip ve Guantanamo bu sürecin bir devamıdır anlayacağınız gibi. Belki de El Kaide, IŞID ve türevi örgütlerin de buralardan nasıl çıktığı anlaşılabilinir, adamlar laboratuvar ürünü gibi gözükmektedirler zira.
Bu tarihlerde başlayan "MK Ultra" çalışmaları CIA 'nın daha sonradan "Zihin kontrol" çalışmalarına öncülük etmişti. Ama o dönemler Dr. Cameron'un yöntemleri CIA'nın "KUBARK" adlı el kitabında bir yöntem olarak öğretilmişti. Kimseye acımıyorlardı ama en çok da Latin Amerika ülkelerini kendilerine laboratuvar olarak kullanıyorlardı. Burada bahsedilen anılarda sorgulama esnasında "İngilizce konuşan adamlar" diye de bir efsane üremişti. Herhalde yani CIA mensubu hangi dilde konuşacaktı.
Önce dış dünyadan tecrit, inanılmaz bir sessizlik ardından kıyametin kopması. Birden bire ışıkların yanıp, gürültülerin çıkması gözleri bağlı bir kişinin üzerinde duyusal algı bozulması ve muhakeme yitimi hedeflenmektedir burada anlayacağınız. Sürecin her aşaması mutlaka elektroşokla bitmektedir, bu “şok” unutulmasın bir yerde kalsın, ileride oradan devam edeceğim zira.
DİPNOT
-
Burada Ruzi Nazar’ın da bu olaya benzer şekilde CİA’ya devşirildiğini söyleyeyim. Nazar dünya savaşında Rus tarafında Nazilere karşı savaşırken burada yaralanıp sonrasında Almanların kurduğu Türkistan lejyonuna katıldı. Almanların savaşı kaybetmesinin ardından diğer yetenekli kişiler gibi o da devşirildi. FETÖ’den tutuklanan Enver Altaylı onun hakkında “Ruzi Nazar: CIA'in Türk Casusu” kitabını yazdı. Sylvia Nasar’ın aynı adlı kitabından uyarlanan Nash’in hayatını konu alan “A Beatiful Mind” (2001) filmi büyük beğeni toplamıştı. İşte bu Sylvia Ruzi’nin kızıydı.
-
ABC News’in hazırladığı “Mission Mind Control (1979) ve Netflix’in 2017 yapımı “Wormwood” belgeselleri MK. Ultra’nın yaptığı LSD ve zihin kontrol araştırmaları hakkında. Kubark belgeleri https://dn720002.ca.archive.org/0/items/kubark-full/Kubark%20Full.pdf