Teori ana eksense, pratik hareketli alandır. Teoriniz sağlam olabilir ama pratik alanda, pratik manevralar yapamazsanız kötürüm olursunuz.
Tarih tekerrür etmez, tarihe bakılarak yön bulunur. Tarihteki benzerlikler ise eski yolların bazen yeniden denenmesidir.
İlk olarak şunu söylemek gerekiyor. İlk Soğuk Savaş NATO’yu doğurdu, Yeni Soğuk Savaş’ı ise NATO başlattı.
Tam da bu yüzden eğer Yeni Soğuk Savaş’ı anlamak istiyorsak NATO’yu iyi okumamız ve analiz etmemiz gerekiyor. NATO’nun yeni katılımlarını, yeni NATO siyasetini iyi tahlil etmek, içinde yaşadığımız günleri anlamanın anahtarı oluyor.
Ama bundan önce söylenecekler olmalı, bu da yöntemle ilgili.
Bilimsel bakış bütüne bakmakla mümkün olur. Tarihe bütüncül bakmadığımız zaman komplocu zihniyete dönüşmek kaçınılmaz oluyor. Şunu söylemek istiyorum, Türkiye’ye bakmak dünyaya bakmaktır. Dünyaya bakmak Türkiye’ye bakmaktır. İkisine aynı anda bakmadığımızda yanlış yapmak, komplocu rahatlığına ulaşmak kaçınılmaz oluyor. Dünyayı anlamak için Türkiye’den bakmak ve Türkiye’yi anlamak için dünyadan bakmak zorunluluk oluyor. Kolaycılık demişken, Türk aydınının en önemli arızalarından bir tanesi her şeyi dış güçlere bağlamasıdır ve bu düşünüş şekli zamanla halkın bakış açısı haline gelmiştir. Her olayı dış güçlere bağlamak kolaycılığın en kolayı oluyor ve tüm sorumluluğu üzerinizden atmış oluyorsunuz.
Her iyi oluşumu ve her kötü olayı dış güçlere bağlamanın temel insan psikolojisi rahatlamadır. Sorumluluktan kaçmanın en güzel yöntemidir.
Teori bakış demektir. Gözlerinin bozuk olduğunu bilmeyen bir kişinin, göz doktoruna gidip gözlük almasında yaşadığı olaya benzetebiliriz. Teori bakışımızı netleştirir, teori olmadan bakış hep puslu ve aynı zamanda netlikten yoksundur. Maalesef Türk aydınının en korktuğu şey teoridir. Teori oluşturmak zorlu ve çok çalışılması gereken bir süreçtir ve Türk aydını çalışmayı maalesef sevmez ama aynı zamanda bir teori ile ortaya çıkmak her zaman eleştiriye açık olmak demektir ki bu da yeni sorumluluklar ve eleştirileri göğüsleyecek gücü taşımak demektir.
Bir diğer noktayı daha açıklayıp asıl konumuza dönebiliriz.
Teori ana eksense, pratik hareketli alandır. Teoriniz sağlam olabilir ama pratik alanda, pratik manevralar yapamazsanız kötürüm olursunuz. Bu da Türk solunun diğer önemli sorunudur. Ya teoriye bağlı kalıp pratik alanda hareket etmemek ya da teorisiz sürekli pratikle savrulmak. Bu ikisi dengede olmazsa işler yoluna giremez. Daha açık söylemek gerekiyor belki de; en anlaşılabilir olan yerden örneği vermek belki kolaycılığa kaçmaktır ama yine de ben o şekilde örnek vereceğim. Lenin 1921 yılında İngiltere ile ticaret anlaşması yapıyor. En büyük düşmanıyla. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını ortaya atıyor vs. lafı fazla uzatmayacağım. Lenin’in teorisinden kimsenin kuşkusu yok ve tartışılan bir durum değil bu. Ama pratik olarak en büyük düşmanıyla anlaşma yapması ne Lenin’in teorisine zeval getiriyor ne de sorgulanıyor. Çünkü Lenin o zamana göre tek ülkede sosyalizmi yaşatmak istiyor ve bunun için Yeni Ekonomik Strateji’ye de geçebiliyor (NEP). Kendi çeperindeki ülkelerle (Türkiye, İran, Azerbaycan, Ermenistan vs.) başka bir politika güdebiliyor. Gerekirse geriye çekiliyor, gerekirse daha ileri adım atabiliyor. Elbette bu konuda Machiavelli’nin Hükümdar’ını hatırlatmaya gerek duymuyorum. Siyaset sadece teoriyle yapılmıyor, siyaset aynı zamanda bir strateji oyunudur ve ancak iyi stratejistler oyunu kazanabiliyorlar.
Mustafa Kemal’i değerlendirdiğimiz daha eski yazılarımızda bundan bahsetmiştik, Mustafa Kemal çok önemli bir stratejisttir.
Siyaset stratejisi bunu gerektiriyor. Hem teorinizin sağlamlığına güveneceksiniz hem de güncel siyaseti iyi okuyup ona göre bir yol bulacaksınız. Ne ben dik dururum, eğilip bükülmem, başka bir şey yapmama gerek yok diyeceksiniz, ne de rüzgâr sizi nereye savuruyorsa oraya gidip kuyrukçuluk yapacaksınız. Siyaseti kendi teoriniz ışığında, yeni stratejilerle yürüteceksiniz.
YENİ BİR YOL AYRIMI
Yazının başında da belirttiğim gibi ve haftalardır yazdığım üzere, dünya yeni bir yol ayrımına giriyor ve bunun içindeki aktörlerden biri de Türkiye’dir. Zaten zorluk buradan başlıyor, sadece Türkiye’deki gelişmelere odaklanmak ve sadece buradan bakmak siyaset yapma tarzımızı belirliyor. Halbuki dünya değişiyor ve değişen dünyanın bir aktörü de Türkiye’dir ve Türkiye’deki gelişmelerin dünyanın yeni yol ayrımını belirliyor olduğunu kabul edip buna göre pozisyon almamız gerekiyor.
Bu hafta Soğuk Savaş’ın çıkışını analiz edip, Yeni Soğuk Savaş’ın ne olduğunu yazacaktım ama bu giriş bir zorunluluk doğurdu. Hem Türkiye hem de dünyadaki gelişmelere bakarak konuya bir giriş yapmış olacağız.
Şimdi son günlerdeki dünyada yaşanan gelişmelerin sadece birkaçına göz atalım...
Ermenistan-Azerbaycan arasında ABD’nin istediği gibi bir barış antlaşması yapmak, Rusya, İran ve Çin’i oldukça rahatsız ediyor.
Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, 25. Çin-AB Liderler Zirvesi kapsamında Avrupa Birliği Konseyi Başkanı António Costa ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile görüştü.
Çin-AB ilişkilerinin kritik bir eşikte bulunduğunu ifade etti. Küresel ölçekte değişim ve belirsizliğin hız kazandığı bir dönemde, Çin ve AB liderlerinin uzun vadeli vizyon ve sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerektiğini ifade eden Xi, halkların beklentilerine yanıt veren ve tarihin sınamasından geçebilecek doğru kararların alınmasının önemine işaret etti. Xi, iki tarafın el ele vererek ikili ilişkilerin daha parlak bir 50 yılını yaratması çağrısı yaptı.
Almanya Federal Güvenlik Konseyi, Türkiye’nin 40 adet Eurofighter savaş uçağı için yaptığı ön talebi onayladı.
Alman dergisi Der Spiegel’in haberine göre, Türkiye, Eurofighter Typhoon savaş uçaklarını satın almak için görüşmeler yürütüyordu.
ABD Hindistan’a gümrük vergileri koydu ve bundan Amerikancı Mondi hükümeti büyük yara aldı ve sorgulamaya ve sorgulanmaya başladı.
ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları kızışmaya devam ediyor.
Bunlar kabaca dünyada olanlar ve daha birçok gelişme sayabiliriz.
BELEDİYELERE OPERASYONLAR VE KÜRT AÇILIMI
Türkiye’de ise, belediyelere operasyonlar devam ediyor, ama akabinde Kürt açılımı diye ortada olan gelişmeler solu hem kendi içinde hem de diğer sol örgütler arasında büyük tartışmalara gebe bırakıyor. Ama şuna kimse itiraz etmiyor. Kürt açılımı bölgesel ve Yeni Soğuk Savaş stratejisinin bir ürünü. Yani ülkemizde olan açılım süreci Yeni Soğuk Savaş stratejisinin bir ürünü ve bunu çözümlemek hem Türkiye’yi çözümlemektir hem de dünyayı...
Peki tam bu noktada sol kendisini nerede konumlandırıyor? Yukarıda yazmaya çalıştığım tam da buna yönelik açıklamalardır.
Bu tartışmayı ne “En dik biz dururuz!” söylemiyle açıklayabiliriz ne de “Rüzgâr nereden eserse bir bakalım, çıkarımıza hangisi uygunsa ona göre davranırız” söylemiyle çözebiliriz.
Bir noktanın daha altını çizmem gerekiyor. Siyaset stratejisi satranç gibidir. Tom Barrack bir hamle yapar ve piyonu oyuna sürer ve karşısında diğer oyuncu filini başka bir kareye sürer ve şahı tehdit eder. Tom Barrack atını oynar, diğer oyuncu kalesini sağlama alır vs. Her hamle başka bir hamleyi doğurur. Siyaset stratejisi budur: Oyuna sürekli hazır olmak ve gelecek hamleleri önceden sezip ona göre pozisyon almak. Netlik yoktur ve bunun iyi bilinmesi gerekir. Ama bunun için satranç oyununu iyi bilmeniz gerekir ki işte bu da teorinizdir.
Son olarak dünyaya değinmişken şu net sonucu açıklamanın da zamanı gelmiştir. Şimdi Canavarlar Zamanı adlı kitabımın ana ekseni, “Neoliberalizm bitmiştir ve dünya yeni bir değişimin eşiğindedir, bu değişim faşizme kaynak da olabilir, sosyalizmin önünü de açabilir!” idi.
Trump’a sadece deli gözüyle bakanların ne kadar geri zekâlı olduğunu belirtmiştim. Trump aslında net olarak şunu fark etti ve stratejisini bunun üzerine kuruyor. Neoliberalizm bitmiştir ama bunun yerine ne koyacağız? Ticaret savaşlarının, yeni gümrük duvarlarının anlamı, serbest dolaşım bitti, kara göründü ama buradan nasıl çıkacağızdır.
Neoliberalizm bitmiştir ve “Yeni Soğuk Savaş” dönemi başlamıştır ve bu dönemde hem teori hem de pratik siyaset stratejisi hiç olmadığı kadar önemlidir.
Tekrar edelim Rosa Luxsemburg’un sözünü:
“Ya sosyalizm, ya barbarlık.”