Peki bu gidişatı tersine çevirebilecek bir sol güç var mıdır? Ya da daha doğru ifade edecek olursak, solun itici gücü CHP’yi ne kadar etkileyecektir?
Bu hafta aydın arayışımızı yakınlarda yaşamış olduğumuz İzmir Belediyesi İşçi Grevi üzerinden tartışmak istiyordum ama gelin görün ki gündem o denli büyük bir hızla değişiyor ki biz daha söyleyeceklerimizi bitirmeden, eskisini –ki o da henüz yenidir– unutturan yepyeni gelişmeler patlayıveriyor. Hem Türkiye’de hem de dünyadaki güncel siyaset ne yazık ki başka bir şey düşünmek ve tartışmak için bizi rahat bırakmıyor.
Yazıya hafta başında başladığımda olay soğumuştu ve daha sakin bir ortamda, İzmir Belediyesi İşçi Grevi’nden alınacak dersler üzerinde duracak, buradan bir aydın tanımına ve aydın arayışımıza devam edecektim. Yazıyı bağlamaya çalıştığım gün İsrail’in İran’a saldırısı başladı ve doğal olarak bizi bu konuda düşünmeye ve yazmaya mecbur bıraktı.
YENİ ORTAÇAĞ
Yıllar önce 1999’da grup olarak çıkardığımız Küreselleşmenin Aşil Topuğu AVRASYA: Bölgesel bir devrimci program için zemin ve gerekçe isimli kitapçığımız geldi aklıma. O günden bugüne devrimci durum haricinde değişen bir şey yok. Çelişkinin coğrafyasında yaşıyoruz ve her büyük olay bölgemizde cereyan etmeye devam ediyor.
Peki devrimci durum neden değişti? Çelişki her zaman devrimci kapıyı açık bırakır, bunun bilincindeyiz. Fakat o günküne kıyasla hem dünya hem de Türkiye halkları çok gericileşti ve gericileşmeye de devam ediyor. Bu sebeple bu dönemi tanımlarken “Yeni Ortaçağ” olarak adlandırıyoruz.
“Yeni Ortaçağ” insan aklında öyle büyük tahribatlar yarattı ki, Marx’ın, liberal solcuların da kendi işlerine geldiği gibi yorumlamaktan haz duydukları o ünlü saptamasıyla, katı olan her şey buharlaştı. Akıl atomize oldu ve ilericiler atomize oldu.
İsrail-İran Savaşı için herkesin artık hemfikir olduğu şeyleri söylemeyeceğim; evet Büyük Ortadoğu Projesi’nin belki de son ayağı, Yeni Hibrit Savaş, İsrail’in yaşaması için son hamle vs.
Bu konuya sadece şu kısa yorumu yapıp, asıl konuma dönmek istiyorum.
NEOLİBERAL EKONOMİ SONUNA YAKLAŞTI
Artık neoliberal ekonomi, siyaset ve ideoloji olarak sona yaklaşmıştır. İktisadi olarak kendini üretmez hale gelmiştir. Yoksullar ve varsıllar arasındaki fark günden güne açılmış ve kendini üretmez hale gelmiştir. 2001 krizini, yeni savaş ve yeni düşman stratejisiyle aşmaya çalışmış, dünyaya İslamofaşizm vurgusu üzerinden saldırmıştır. Ama gittiği her yerde batağa saplanmış, Afganistan, Irak, Ortadoğu’da içinden çıkılmaz ve kendisini daha da güçsüzleştiren bir duruma girmiştir. 2008 finans krizini ise asla atlatamamış ve kendine yeni yollar bulmaya çalışmıştır.
Şimdi Canavarlar Zamanı adlı kitabımda yeni dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu anlatmaya çalışmıştım. “Bakmak, teorik bakmaktır” demiş ve daha henüz bu savaşların başlamadığı bir dönemde, bu savaşların neden kaçınılmaz olduğunu teorik olarak anlatmaya çalışmıştım.
Yeni dönemi özellikle 1874 ekonomik krizine benzetmiş ve bu krizin sonucunda 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasını, tam da günümüzdeki gelişmelere ne kadar benzediğini anlatmaya çalışmıştım. Özellikle Lenin’in Emperyalizm adlı kitabının yeniden okunmasını tavsiye etmiş, kapitalizmin eninde sonunda emperyalizme gebe olduğunu açıklamaya çalışmış, emperyalizmin de eninde sonunda bir dünya savaşına gebe olduğunu vurgulamıştım.
TESADÜF MÜ TARİHİN YASALARI MI?
Peki tüm bunlar bir tesadüf mü, yoksa tarihin işleyiş yasaları mıdır?
Birinci Dünya Savaşı dünyayı yeniden şekillendirmiş, aslında tam olarak şekillendirmesine sosyalist devrimin araya girmesi engel olmuştur ve haritalar cetvelle çizilmek zorunda bırakılmıştır. Amerika’nın yeni büyük güç olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bir not daha eklemek gerekiyor bu noktada, Birinci Dünya Paylaşım Savaşı tam da içinde yaşadığımız coğrafyada gerçekleşmiştir ve biz bugünlere o yüzden yarım kalan Birinci Dünya Savaşı’nın devamı olarak bakabileceğimizi iddia ediyoruz.
Gelelim İkinci Dünya Savaşı’na. 1929 Ekonomik Buhranı’nın faşizmi doğurması bir tesadüf değildir. Sıkışan Alman ekonomisi çözümü Nazi Partisi’nde buluyor. Bilindiğini biliyorum ama tekrar etmekte, hatta sıkça tekrar etmekte fayda olduğunu düşünüyorum, Nazi Partisi iktidara seçimle geliyor. Demek ki demokrasiyi sadece seçime ve sandığa indirgemek büyük bir yanılgı ve hatta saçmalıktır.
Birinci Dünya Savaşı kısmen Almanların içeride ekonomik olarak sıkışmasıyla, yeni pazar ihtiyacından doğuyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde de 1933’te iktidara gelen Nazi Partisi, otokratik bir yönetimle, Alman ekonomisini canlandırıyor. İşsizlik 1933’ten 1939’a kadar neredeyse sıfıra iniyor. İçerisi halledildiğine göre artık dış pazara, dış madenlere ihtiyaç duyuyor.
Bir ara nota ihtiyacımız var. Almanya’da tüm bunlar olurken, özellikle Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında, dünyanın en güçlü sosyalist partisi olan SDP ne yapıyor, nasıl bir politika izliyor? Evet tarih bir bilim olarak belirli yasalara sahiptir ve belirli akışları vardır ama mücadele buna yeni bir yön verebilir.
Lafı çok uzatmaya gerek yok ve asıl söylemek istediğime gelebilirim. Emperyalist yayılmacılığın ve emperyalist savaşların tipik iki özelliğinden bahsetmenin zamanı geliyor. Birincisi içeride doyuma ulaşan pazar, dış pazarlara ve dışarıdaki hammaddeye ihtiyaç duyuyor. İkincisi ve günümüzü daha çok ilgilendiren madde ise, içeride sıkışan siyasal durum, mutlaka bir dış savaşa ve dış tehdide ihtiyaç duyuyor. ABD’nin 2001’den sonra dış düşman yaratma ve yeni savaş ekonomisi buna güzel bir örnektir. Başarılı oldu mu, bunun cevabı ise muğlaktır. 2008 krizinden sonra ise bir süre “Yeni Soğuk Savaş” stratejisi uyguluyor. (Bu konu da tartışılması ve açılması gereken bir konu ama bu makale sınırları içerisinde mümkün görünmüyor.) Ama kısaca birkaç söz etmemiz de gerekiyor. Soğuk Savaş stratejisi diye bir kavramı rahatlıkla kullanabiliriz. Soğuk Savaş stratejisi temel olarak, savaşmadan, savaş ekonomisini devam ettirmektir. Buna kısaca “Kalıcı Savaş Ekonomisi” deniyor. Savaş zamanlarından bile fazla, savaş ekonomisini uygulamak, silahlara yatırım yapmaktır. İkinci olarak Soğuk Savaş Stratejisi temel olarak ideolojik bir mücadeleyi gerektiriyor. ABD 2008’den sonra “Yeni Soğuk Savaş Stratejisi”ne geçti diyebiliriz. Tartışmaya açıktır...
NATO VE ABD’NİN PİYONLARI SAVAŞTIRMA SİYASETİ
NATO yayılmacılığı işte tam bu dönemde tekrar su yüzüne çıkıyor ve daha çok kendi yürüttüğü savaş yerine, piyonları savaştırma stratejisine dönüyor ABD siyaseti.
ABD’nin son dönemde izlediği siyaset de buna denk düşüyor. İsrail üzerinden Ortadoğu’ya şekil veriyor. Ukrayna ve bölgedeki diğer güçlerle Rusya’yı çembere alıyor. Avrupa devletlerini kendi bulaşmadığı bir savaşla güçsüzleştirip dizayn ediyor.
Her konuyu çok kısa geçiyorum, biliyorum ki söylediklerimin hepsi tartışmaya açık ve açıklanmaya ihtiyaç duyuyor, ama dediğim gibi bu makale sınırlarını zorlayan konular.
İRAN-İSRAİL SAVAŞI’NIN TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN KISMI
Gelelim İran-İsrail füze savaşlarına; İsrail bölgede gittikçe sıkışan bir yapıya sahip, Netanyahu bir dış düşman olmadan artık iktidarını sürdürmesinin imkânsızlığını biliyor. Sınırları zorluyor. İran tarafında ise durum zaten çok karışık. İç dinamiklerinin ve iç siyasetinin ne kadar kırılgan olduğunu ilk gün görmüş olduk. Büyük bir istihbarat zaafı ortaya çıktı. Bundaki en büyük faktör ise içerideki siyasal yapının İran rejimine duyduğu kin ve bölünmüşlük olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye’yi ilgilendiren kısma gelecek olursak; AKP iktidarı içeride hem siyaset hem de ekonomik olarak son derece sıkışmış vaziyettedir, bu savaş ortamını kullanacaklarından şüphe duymamak gerekiyor. Sıkışan durumu, bir süreliğine durdurma, soğurma stratejisi izleyecekleri kesindir. Peki bu gidişatı tersine çevirebilecek bir sol güç var mıdır? Ya da daha doğru ifade edecek olursak, solun itici gücü CHP’yi ne kadar etkileyecektir?
Son söz olarak da şunları eklemek isterim:
Marksistler, rakiplerini ve düşmanlarını siyasi olarak değerlendirirken bunları içinde yaşadıkları koşullarda ve o tarihi kesitte değerlendirir. “O andaki sosyal mücadeledeki rolü nedir?”, “Neye yarar?” gibi sorulara verdikleri yanıtla çözümleme ve durum değerlendirmesi yaparlar.
ZOR DURUM VE YENİDEN BAŞLAMANIN İTİCİ GÜCÜ
Sansasyonel bir örnek verelim. Lenin, neden Mustafa Suphi yerine veya Enver Paşa yerine Mustafa Kemal ile ittifak yapmıştır? Bir burjuva cumhuriyet liderini neden bir komüniste yeğ tutmuştur? Çünkü kendi ülkesindeki devrimi korumak için o zaman ihtiyaç duyduğu şey İngiliz emperyalizmine karşı kendi ülkesine tampon olacak devletlerdir. Lenin’in hem İran hem de Türkiye’de o günkü siyaseti budur. Bu durum Lenin’in Marksistliğine, ilericiliğine gölge düşürmüş müdür? Sorulması geren soru budur.
Marksistler en temel olarak antiemperyalisttir. Antiemperyalist olmayan herhangi bir siyasi görüş, parti Marksist değildir ve solla ilişkisi yoktur. İran-İsrail füze savaşlarına bu noktadan bakmakta fayda vardır. Yoksa bir ilericinin İran’ın molla rejimine veya faşist İsrail’le bağ kurmasına gerek yoktur.
Yazının başında Küreselleşmenin Aşil Topuğu Avrasya: Bölgesel bir devrimci program için zemin ve gerekçe kitapçığımızdan bahsetmiştim. Bölgemiz bir çelişki yumağıdır ve her çelişki devrimci durum için bir kapıdır. Bu kapı düzgün tutulmazsa –ki örneklerini İkinci Dünya Savaşı üzerinden vermiştim– devrimci durum değil, faşizm kapısı açılacaktır. Türkiye solcularının, ilericilerinin, Marksistlerinin önünde böyle zor bir durum vardır ama her zorluk yeniden başlamanın da itici gücüdür.