Yinon’un planına göre Irak Bağdat, Basra ve Musul bölgelerinde oluşturulacak üç ya da daha fazla devlete bölünmeliydi.
Ariel Şaron’un danışmanlığını da yapan gazeteci Gazeteci Yinon tam da İran ile birlikte her şeyin değişeceği anlaşılan 1982 yılında Kivunim dergisinde İslam dünyasındaki mezhep ve sair bölünmeden faydalanılması gereken “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties” (1) başlıklı bir makale kaleme alır. Makaleye “Seksenlerin başında İsrail Devleti, yurt içinde ve yurt dışındaki yeri, amaçları ve ulusal hedefleri konusunda yeni bir bakış açısına ihtiyacı vardır” diye başlar, zira İran devrimiyle denklemler değişmiştir artık. Yinon’a göre 1920’lerde bölge dinamikleri dikkate alınmayarak Fransız ve İngilizler tarafından oluşturulmuş birbirine düşman azınlık ve etnik toplulukların bir araya getirilerek, petrol zengini otokratların yönettiği devletler oluşmuştur. Dolayısıyla böyle bir sosyolojide iç savaş ve kargaşa olması anormal bir durum değildir. Irak da İsrail’in en büyük tehlikesi olarak diğer Orta Doğu ülkeleri gibi her an yıkılabilirdi. Kısa vade için en büyük hedef bu olmalıydı. Bu bağlamda İran-Irak Savaşı da önemli bir fırsat olarak Irak’taki kutuplaşmayı daha da artıracağı söylenmiştir. Yinon’un planına göre Irak Bağdat, Basra ve Musul bölgelerinde oluşturulacak üç ya da daha fazla devlete bölünmeliydi. Bahsettiği yerler Osmanlı Irak’ının büyük vilayetleriydi.
BÖL VE YÖNET
Yinon’un planı kadim zamanlardan beri uygulanan bir şeyse de literatüre girmesi daha sonralarıdır. Bu ifade, İngilizcede yaklaşık 1600'de ortaya çıkmaya başlayan Latince özdeyişin, Divide et impera'nın bir çevirisidir (2). Aslında özellikle İngilizler ve diğer emperyalist ülkelerin bir taktiği olarak her zaman işe yaramıştır. Afrika’sından tutun Hindistan’a kadar bu şekilde sömürülen ülkelerin aralarındaki ayrım, ayrışmaları için bir dinamik oluşturmuş, oluşturulan düşmanlıklar vahşi savaşlara yol açmıştır. Hatırlayalım İngilizlerin ayrılmasının hemen ardından daha bağımsızlık ilan edilecekken başlayan Müslüman-Hindu çatışması binlerce ölüye neden oldu. Yakın zamanda olan Ruanda iç savaşı ve soykırımının esas müsebbibi Belçikalılardır mesela. Azınlıkta olan Tutsileri ari ırkından diye değerlendirip onlara ayrıcalık verdiler. Bu şekilde hem ekonomik hem de sosyal olarak geri kalan Hutular Belçika 1962’de ayrıldıktan sonra öfkelerini çok kötü bir şekilde çıkardılar. 1994’te başlayan kırım dört ay gibi bir sürede bir milyon kadar Tutsi ve ılımlı Hutu’nun katline yol açtı (3).
YİNON VE BUSH’UN AHFADI ARAP BAHARI
Bush 2001’de başkanlığı aldıktan kısa bir süre sonra 11 Eylül olunca dünyanın gündemine ihya edilmiş İslami terör kavramı girdi. Saldırının yarattığı psikolojik iklimde İsrail’in fazlasıyla yanında olan düşünce kuruluşlarının etkisinde ortaya çıkan Bush’un “Büyük Ortadoğu Projesi” biz de dahil birçok ülkenin yönetimine ilişkin değişiklikleri planlıyordu. Bush’un projesi Yinon’un planının daha kapsamlı olarak işletime girmiş haliydi sanki. Planın peşinden bahar görünümlü karabasanın gelmesi bölgeyi hercümerç içine soktu. Arap baharıyla işler değişmiş, özellikle BAAS liderliğindeki yerlerde yönetimler devrilmiş tam da Yinon ve Bush’un planladığı gibi paramparça ülkeler ortaya çıkmıştı. Buralarda hala iç savaşlar sürüyor, bölge tabir-i amiyane dikiş tutmuyordu artık, bu da tam istedikleri bir şeydi hani.
EL KAİDE’YE KARŞI İŞİD
11 Eylül ve daha birçok saldırının müsebbibi El Kaide’nin bir kolu olarak Suriye’de kurulan İŞİD ya da DEAŞ önceliğini tam da Yinon’un tasarladığı gibi mezhep çatışmasına veriyordu. Şii camilerine veya kişilere yaptıkları saldırılar El Kaide’nin tepkisine neden oluyordu. Merkez El Kaide esas hedef ABD-İsrail derken İŞİD onların İslam dünyasındaki kolları olduğunu söyledikleri Şii gruplara saldırıyordu. Bin Ladin’in öldürülmesinin ardından 2013’te El Kaide lideri Eymen Ez-Zevahiri grubun Suriye kanadı yani İŞİD’i tasfiye ettiğini söylemiş ancak Bağdadi bunu kabul etmemişti. Arap baharıyla Irak, Libya, Mısır ve sair yerler yıkıldı ancak Suriye bu saldırılara uzun süre direndi. Yani İsrail’in Sünni dünyadaki düşmanları elimine edilirken Şii taraf diri bir şekilde kalıyordu. İŞİD Suriye’de savaşı tırmandırıyor, Rakka’da şeriatla yönetilen bir devlet kuruyordu. İŞİD tasfiye olsa da yerine başka adlarla kurulan örgütler de aynı stratejiyi izliyor yine sadece Suriye’yle ilgileniyorlardı.
VE NİHAYET BAŞKENT KUDÜS
BAAS rejimleri yıkıldıktan sonra hiçbir şekilde topa girmeyen Körfez, Mağrip, Türk dünyası ve haritaya göre daha yukarıda, birbirleriyle ve Hindistan’la mücadele eden Pakistan, Bangladeş ve Taliban rejimini Amerika’ya şartlı kabul ettiren Afganistan’ı saymayalım artık Sünni dünyada çıt çıkmıyordu. Şii dünyadaysa klasik İran, Hizbullah, Suriye ve şimdilerde Yemen dışında İsrail’e karşı duracak kimse kalmamıştı. Ortadoğu’da kıyamet koparken Sünni ülkeler elimine olmuş, Suriye, Lübnan ve sair yerlerde iyice bölünmüş İran güçsüzleşirken bu arada İsrail Kudüs’ü başkent yapmıştı. Şimdi normal koşullarda ortalık birbirine girmesi gerekirken İslam dünyasından çıt çıkmıyor zira hepsi Yinon-Bush planı dahilinde birbirlerini yiyorlardı. Bütün dünyadan cihatçılar normalinde İsrail’e karşı savaşa gitmeleri gerekirken hepsi Suriye’ye yönelmiş, cihatçı öfkesi bu şekilde manipüle edilmişti. İsrail’in ün büyük baş belalarından Suriye İŞİD ve türevleri yüzünden kendi derdiyle uğraşıyor. İran buradaki ve diğer yerlerdeki etkisini yitirmemek için mücadele ediyor, hasılı herkes can derdinde yani, kim ne etsin Kudüs’ü. Suriye’de yönetim Ahmet Eş-Şara ve örgütüne geçince ilk olarak “İsrail veya başka ülkeyle savaş istemiyoruz” açıklaması bizde darbelerin hemen ardından yapılan basın açıklamasındaki “NATO ve CENTO’ya bağlıyız” gibiydi sanki. İsrail’e karşı en büyük kalelerden Mısır, Irak, Libya ve Suriye yıkılmış İran da can çekişmektedir hasılı.
SIRASINI BEKLEYEN PARÇALANMIŞ İRAN
İran gerek ambargolar gerekse de vekalet savaşları ve sair şeylerin yanında en önemli olarak rejim muhalifleri yüzünden güçsüz durumda. Kâğıttan kaplan demeleri sadece teknolojik ve askerî açıdan değil elbet içeride birlikleri de yok. Geçen yıl itibarıyla Hizbullah mensuplarına Lübnan’da yapılan saldırılar fizikiden daha çok psikolojik etki yaptı. Bir süredir üst düzey kişiler nokta atış operasyonlarla öldürülüyor. Bugünlerde de İran’da adrese teslimi bırakın odaya teslim kargo gibi saldırılar oluyor. Bu İran’da psikolojik olarak bir yıkım, sen aynısını orada yapmayı aklından bile geçiremiyorsun yani. Dini rejiminin totaliterliği nedeniyle birçok kesimi de küstürmüş, rejim zengini dokunulmaz politbüro gibi tipler yaratmışsın. Bunlarla birlikte topyekûn bir savaşa girmen mümkün de değil ayrıca, yaralı insanlar senin yıkılmanı bekliyor zira. Netenyahu’nun İran’ın değil rejimin yıkılmasına dair çağrısı boşuna değil hani, oradaki nabzı iyi okudukları ortada.
TÜRKİYE’YE DERSLER
Bize de dersler düşüyor elbet bu örneklere baktığımızda. 15 Temmuz sonrası AKP genel merkezinde apartman boy Atatürk posterinin ne anlama geldiğini bildikleri için oraya kondu. Şimdi bir uluslararası sıkıntıda buradaki birliği darmadağın etmiş bir partinin “aynı gemideyiz” çağrısının İran’da olduğu gibi karşılığı olmayacaktır tabiatıyla. Bir kere gerek devlet dairelerinde gerekse de ekonomide kadrolaşmak ve siyasette söz sahibi olmak için zenginleştin, sen de burada İran’daki gibi bir politbüro oluşturdun. Zenginlerin ve partin insanlara tepeden bakıyor, kaybettiğin belediyeleri kayyımlar yoluyla geri alıyorsun. Hukuk desen “parayı veren düdüğü çalar” modunda. Sana yakın kişilere ne yaparsa yapsın, burayı tekrar edeyim “ne yaparsa yapsın” ceza yok. Nüfusun yarısından epey birçoğu sana küskün, şimdi Atatürk ve dolayısıyla onun çağrıştırdığı her şeyden uzaklaştıktan sonra sıkıntı anında benim etrafımda toplanın çağrının tabiatıyla bir karşılığı olmayacaktır. “Taş olsa çatlar” halet-i ruhiyesini sen yarattın. Hasılı tam da Yinon-Bush planının istediği gibi rejimlerin parçaladığı bir İran ve Türkiye mevcut yani. Yine de buradan uzağa, hafazanallah diyelim.
DİPNOTLAR
1) https://ikhwanweb.com/a-strategy-for-israel-in-the-n/
2) https://www.dictionary.com/browse/divide-and-conquer
3) Soykırım sırasında Interahamwe milislerinden kaçan 1.268 Hutu ve Tutsi mülteciye ev sahipliği yapan Hôtel des Mille Collines'in müdürü Paul Rusesabagina’nın hikâyesi “Hotel Rwanda” (2004), Ruanda soykırımı sırasında orada çalışan BBC haber yapımcısı David Belton'ın deneyimlerine dayanan “Shooting Dogs” (2005), Birleşmiş milletler barış gücü generali Roméo Dallaire'nin anılarından faydalanılarak çekilen “Shake Hands with the Devil” (2004), Ruanda soykırımı sırasında Kigali'de İtalyan fahri konsolosu olan İtalyan iş adamı ve diplomat Pierantonio Costa’nın öyküsü “İl Console İtaliano” (2011). Costa aralarında çocukların da olduğu 2.000'den fazla şiddetten kaçan kişi için insani yardım ve güvenli geçiş ayarladı ve “Sometimes in April” (2005).